Eğitim yılı biterken İlköğretimde sınıf geçme sorunları ve çözüm yolları
Öğrenciler yaz tatiline hazırlanırken, eğitim yöneticilerinin, öğretmenlerin dikkat etmesi, üzerinde düşünmesi gereken konular var.
Önemli konulardan biri ŞÖK'te alınan kararlardır.
ŞÖK'e öğrenci bırakılmalı mıdır?
Öğrenciyi ŞÖK'e bırakmak ne demektir?
Başarısız öğrencileri oylayarak başarılı saymak doğru mudur?
Bu yazı da benzer sorulara cevap verilmektedir.
ŞUBE ÖRETMENLER KURULU ŞÖK'TE ALINAN KARAR YA DA BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ EĞİTİM PROGRAMI BEP'İN ÖNEMİ
HER ÖĞRENCİ FARKLI
Bilindiği gibi ilköğretim zorunlu ve 8 yıl.
Her öğrenci farlı özellikleriyle bu süreci tamamlıyor.
Her öğrencinin ilgi ve yeteneği aynı değil.
Sosyal ortamları, ekonomik ve sağlık durumları birbirine benzemiyor.
Kimi hasta, kimi çok zeki, kimi down sendromlu... Kimi yürüyemiyor, kimi koşamıyor.
Ne var ki bizler onları aynı sınıflarda toplamak durumundayız.
Bazı öğrencilerin hızlı öğrendiğini görüyoruz.
Bazı çocuklar bir türlü akranlarına yetişemiyor.
Eve ödev veriliyor, ödevleriyle ilgilenen olmuyor.
Çocuk okula gidiyor mu, karnı aç mı, tok mu?
Bu çocuk evde neler yaşıyor?
Başını okşayan kimsesi var mı?
Betül okula dağınık bir şekilde geliyor...
Betül kirli, Betül yalnız..
Ayakkabıları yırtık...
Beslenme teneffüsünde yiyeceği yok.
Onun için okulun bir şey yapması lazım...
Yönetmeliklerimizde ne yapılacağı yazılı...
Öğretmenler, Betül'ün normal eğitimden yararlanamadığını görüyor...
Çocuk okula düzenli şekilde devam edemiyor.
Yönetmelik bu durumu düşünmüş; böyle çocuklara da BEP (Bireyselleştirilmiş Eğitim Programları) uygulamak gerekir.
BEP NEDİR?
BEP, yalnızca özürlü çocuklar için düşünülmüş bir uygulama değil.
Çocuk, bir nedenden dolayı akranları gibi öğrenemiyor olabilir.
İlle de sağlık sorunu olması gerekmez.
Okulun görevi, her şeye rağmen her çocuğu eğitmektir.
Öğretmen isterse, eğitiminde aksama meydana gelen her çocuğa BEP yapabilir.
BAŞARISIZ ÖĞRENCİLER
Başarısız bir çocuğa öğretmen ÖDEVİNİ YAPTIN MI? diye bir kez, bilmedin beş kez sordu diyelim...
Bir yerde artık sormamak gerekiyor.
Çocuk hala ödevini yapmıyorsa artık anlamak, bazı şeyleri bilmek gerekir.
Bu çocuğun bir derdi var.
Bu çocuğun evde sağlıklı bir ortamı yok.
Bu çocuğun okula gelmesi bile mucize...
Öğretmen sürekli ödev sorarsa, YİNE Mİ DERS ÇALIŞMADIN! NE YAPACAĞIM BEN SENLE! YETER ETTİN ARTIK! derse, çocuk okuldan soğumaya başlayacaktır.
ÖĞRETMENE DÜŞEN GÖREV
Öğretmenin yapması gereken şudur:
Çocuk okulda mı?
Buse'nin annesi evi terk etmiş, babası başka biriyle evlenmiş...
Buse, dün gece eve gitmemiş...
Buse'nin aklı derste değil ki... Buse'nin normal bir hayatı yok.
Öğretmenin görevi, derslerini yapıp yapmadığını sormaktan önce bu çocuğa şefkat göstermektir.
Hiç kimse kalmadığında okul, çocuğun sığınağı olmadır.
Çocuk, öğretmenlerinin bağrında zor hayatına teselli bulmalıdır.
Böyle çocuklara ne öğretilecekse derste öğretilmelidir.
Buse'yi, sıkmayacaksın, bunaltmayacaksın, anlamadığı şeyleri ille de öğreteceğim diye dayatmayacaksın.
Buse'nin çok eksikleri var.
Bırak Buse arkadaşlarını arkadan takip etsin.
Merdivenin birinci basamağını çıkamamış çocuğa, onuncu basamak konuları ağır gelir.
Sen de 7. Sınıfsın, yapmak zorundasın denirse, Buse başarılı olamaz.
Sürekli başarısız olan çocuk, okuldan, öğretmenlerinden kopacaktır.
Unutmayalım ki, Buse gibi çocuklar eğitim öğretimde her zaman arkadan gelecektir.
Yine de belli olmaz; Buse bir gün etrafındaki duvarları yıkabilir.
Yeter ki adım atmaktan vazgeçmesinler.
Bırakalım yürüsünler. Yeter ki yürüsünler...
Yeter ki çocuk okulda olsun, sokağı okula tercih eder hale gelmesin.
MÜFREDAT ZORUNLU MUDUR?
Çocuklara sürekli müfredattan söz ediyoruz.
Nedir müfredat?
Bir yılda öğretilecek konuların tümü...
Müfredatlarımız hafifletilmişse de kimi çocuklar için hala ağır.
Özellikle dezavantajlı çocuklarımız için...
Onlar bu yükü taşıyamıyor.
Çoğu bu yükün tanımıyor, altına girmek istemiyor, girse de kaldıramıyor, eve gidince defteri, kitabı bir tarafa atıyor.
Çünkü onların sırtında hayatın yükü var...
Onlar çocuk olamıyor, onlar çocukluklarını yaşayamıyorlar.
Öğretmen, ders konularını yetiştirmenin telaşıyla ders yapıyor...
Ahmet'in annesi yok. Ahmet üç kardeş.
Baba işsiz ya da görevi nedeniyle üç gün eve uğramıyor.
Çocuklarının okula gidip gitmediğini bile takip edemiyor.
Böyle aileleri anlamak gerekir.
Her aile çocuğunun okumasını, meslek sahibi olmasını elbette istiyor.
Meslek edinmenin tek yolu üniversite değil.
Önce çocuklarımızı kendine güvenen gençler olarak yetiştirelim.
Kendine güvenen her çocuk bir gün mutlaka başarılı olacaktır.
SEVGİ YOKSA EĞİTİM DE YOK
Öyle yoksul ve çaresiz aileler var ki...
Kimi aile, yalnızca güvenli bir ortam olduğu için çocuğunu okula gönderiyor.
Öğretmen, sürekli çocuktan şikâyetçi olunca aile şöyle diyor:
"Yanınızda dursun yeter!"
Çocuk bahçeden dışarıya çıkması...
Yani bir şey öğretilmese de olur.
Aile üzgün. Öğretmen, sürekli şikâyetçi olunca diyecek bir şey bulamıyor.
Bazı veliler, öğretmenim diyorlar, benim durumun uygun değil, çocuğun başını bile okşayamıyorum.
Demek istiyor ki, vaktiniz olursa arada siz çocuğumun başını okşayın.
Anne çocuğunun neye ihtiyacı olduğunu biliyor...
Öğretmenlerin de bunu bilmesi gerekiyor.
Şefkatin, sevginin olmadığı yerde eğitimden söz edemeyiz.
Okulun ilk görevi, sınav yeri, sınıfta bırakma, geçirme yeri değil, şefkat yeri olmaktır.
ÖNCE ÇOCUKLARIN BAŞINI OKŞAMALIYIZ
Eğitime başlayacağımız yer, tam da burasıdır...
Biz öğretmenler önce çocukların başını okşamalıyız...
Onları güven içinde olduklarına, sevilip, sayıldıklarına inandırmalıyız...
Öğretmenler not verip, herkesi sınıflandıran, sınıflandıramadıklarını sıradan atan kişiler değildir.
Öğretmenin görevi, kim olursa olsun her çocuğu topluma kazandırmaktır.
Zor koşullarda yaşayan bu çocukları ancak öğretmenler okutup adam edebilir.
Hiçbir öğretmenin ben şu çocukla başa çıkamıyorum demeye hakkı yoktur.
BAŞARISIZ ÖĞRENCİYİ TOPLUMA KAZANDIRMAK
Sosyal ve ekonomik sorunları ağır kimi çocuklar, müfredat denen, ders konularının tümünü öğrenemeyeceklerdir.
Ama yaşayacaklar, hayatlarını kazanabilecekleri bir işi mutlaka öğreneceklerdir.
Her şey müfredat, her şey üniversite değil.
Bu çocuklara, her şeyden önce, kendilerini seven, kendilerine güvenen, iyi adamlar, iyi vatandaşlar olmayı öğreteceğiz.
Her ders pekiyi olmayabilir.
Hayatı, yalnızca, bütün dersleri pekiyi olanlar yaşamıyor.
Hayatta kimin ne kadar başarılı olabileceğini ancak hayat bilebilir.
İLKÖĞRETİM DİPLOMASININ ÖNEMİ
Başarısız öğrenciler, aldıkları diploma ile çıraklık eğitime yazılacaklar.
Ya da meslek okuluna gidecekler.
İlköğretim diploması olmayan çocuk çıraklık eğitime bile gidemiyor.
Motor sürme ehliyeti bile alamıyor.
Bundan ağır bir ceza düşünülebilir mi?
Okulun görevi, öğrencinin önünü açmak, yolunu aydınlatmaktır.
Çıraklık eğitime dahi gidemeyen çocuk, bir gün sokaklarda dinamit olup patlayacaktır.
O dinamitin kimleri parçalayacağını Allah bilir.
HER ÖĞRENCİ İÇİN BAŞARI DÜŞÜNÜLMELİDİR
Hiçbir okulun ya da öğretmenin çocuğun yolunu tıkamak gibi bir görevi yoktur.
Çocuk başarılı olamıyor mu?
Okulun önlem alması gerekir...
Derste anlatılan konu çocuğa ağır gelmiş olabilir.
Konu ağırsa, seviyeyi düşürmek gerekir.
Her öğrenciye bileceği bir şey yaptırılmalıdır.
Tahtaya kaldırılan her çocuğa mutlaka yapabileceği bir şey sorulmalıdır.
Tahtaya kaldırarak, yapamayacağı sorularla öğrenciyi sınıfın ortasına dikmek, yine mi anlamadın diye azarlamak yanlıştır.
Az da olsa sürekli bir şeyler yapabilen çocukların ilerleyeceği unutulmamalıdır.
ÖĞRETEMEYENLER
Milli eğitim sistemimiz, ne pahasına olursa olsun, tüm konuları anlatacak, her öğrenciyi iyi bir matematikçi, fenci yapacaksınız diye öğretmenlerimizi baskı altında tutmuyor.
Birçok öğretmenimiz müfredatın ne kadar esnek olduğunu iyi biliyor, ne var ki, bunu bilmeyen öğretmenlerimizin sayısı da azımsanmayacak kadar çok.
Mümkünse, elbette her öğrenci, her konuyu en iyi şekilde öğrenmelidir.
Bu bizim ana hedefimizdir.
Ne var ki çocukların çoğu bunu başaramıyor...
Sınav sistemimiz eleme üzerine kurulu...
Herkes başarılı olursa sınavın anlamı kalmaz.
Çocuklarımızın çoğu istediği okulu kazanamıyor.
Daha kötüsü hiçbir şey öğrenemeyen çocuklarımız var.
Bu, çocukların suçu değil...
Öğretimde bir sorun varsa, sorunu, çocukta değil, öğretim yönteminde aramak gerekir.
Hayatta hiçbir insan yoktur ki, hiçbir konuda yeteneği olmasın.
Eğitimin görevi bu yeteneği bulmak ve geliştirmektir.
Bunu yapamadığımızda öğretmenliğimizin bir anlamı kalmaz.
Öğretmen değil, adımız ÖĞRETEMEYENLER olur.
BEP HERKES İÇİN
Ne kadar çalışırsanız çalışın, ayakları sakat bir çocuğu yarışta birinci getiremezsiniz... Kaynaştırma öğrencilerimiz için bunu biliyoruz.
Ne var ki, her çocuğun engeli, çaresizliği kaynaştırma öğrencilerininki gibi açıkta değil...
Yara, derinde kanayıp duruyor.
Onlar normal görünüyorlar ama normal çocukların yararlandığı eğitimden yararlanamıyorlar.
Sürekli başarısız öğrencilerimiz de kaynaştırma öğrencileri kadar bireyselleştirilmiş eğitime; BEP'e muhtaç.
Örneğin Selim, kaynaştırma öğrencisi...
Zeka sorunu var...
Raporu olduğu için Selim, sınıfta bırakılmıyor, müfredat baskısı altında okula gelip gitmiyor...
Kısaca Selim, okuyup yazamasa da 8 yıllık zorunlu eğitimi tamamlıyor.
Ama, Ahmet öyle değil.
Ahmet normal bir öğrenci gibi duruyor.
Okul, sosyal yetersizliklerini, çaresizliklerini dikkate almıyor.
Ahmet için kısaca tembel diyorlar.
Ahmet sorumsuz olduğu için, tembel olduğu için ders çalışmıyor.
Bu yaklaşım sığ bir yaklaşımdır, derinlikten yoksundur.
ŞÖK, RAPORU OLMAYAN ÇOCUKLARI ÇARPIYOR
ŞÖK sorununu, Ahmet gibi, raporu olmayan, normal çocukları çarpıyor.
Örneğin çocuk, birinci sınıfta başarısız oluyor.
Neden başarısız olduğunu araştırırsanız, karşınıza anlaşılır nedenler çıkacaktır?
Bir öğrenci ilköğretim birinci sınıfta neden başarısız olur?
Çocuğun ailevi sorunu yoksa mutlaka bir sağlık sorunu vardır.
Örneğin Aylin, sağlık raporu olsaydı sınıfta kalmayacaktı.
Doktor raporu, Aylin'de şu sorun var, Aylin normal çocuklar gibi öğrenemez diyecekti.
Bu durumda okulun görevi, Aylin'e durumuna uygun eğitim vermek olacaktı.
Hiçbir şey öğrenemese de, bundan sonra Aylin sınıfta kalmayacaktır. Kaynaştırma öğrencisi olarak eğitimine devam edecektir.
RAPORUN YOKSA ŞÖK'E YOLLANIRSIN
İlköğretimde sınıfta kalmak fili olarak uygulanmamaktadır ancak sınıfta kalma korkusu hala devam etmektedir.
Bunun nedeni ŞÖK'tür, zorunlu eğitimi anlamamaktır.
Öğrenci ve aileler ŞÖK'ün ne olduğunu bilir; ŞÖK utançtır.
ŞÖK, tembel öğrencileri hak etmedikleri halde üst sınıfa geçirir.
Bunun için bedel ödenir.
Bedel, öğrencinin incinen gurudur.
ŞÖK'le geçmek ayıptır.
Kimse çocuğunun ŞÖK'le geçtiğini söylemek istemez.
Yıllar da geçse bu, sır gibi saklanır.
Burak, normal bir öğrenci, salık durumu iyi, dersleri zayıf...
Burak sınıfta kalacak mı?
Kalabilir de kalmayabilir de.
ŞÖK lütfederse geçer.
Kime ŞÖK'ten hesap soramaz.
ŞÖK'ÜN DEDİĞİ OLUR
Ne kadar ilköğretimde sınıfta kalma artık uygulanmıyor desek de, bunun her yerde uygulandığını söylemek zordur.
Bir öğrencinin sınıf tekrarı için, önce aileyi ikna etmek gerekiyor.
Aile onay vermezse, öğrenci sınıfta bırakılamaz.
Ama bazı okullarımızda buna da çare bulunuyor.
Aileler bir şekilde ikna edilir.
Çünkü öğretmen, veliye, senin çocuğuna çift dikiş lazım, bak göreceksin seneye daha iyi olacak, der.
Geç olsun, güç olmasın... Yeter ki çocuk iyi yetişsin.
Öğretmen yalan söyleyecek değil ya...
Hangi öğretmen öğrencinin kötülüğünü ister?
Tabi ki kimse kötülük olsun diye yapmıyor bunu.
Sorun, eğitimi bilmemekte, çocuk dünyasını tanımamakta...
Çocuk, sınıf tekrarına kalırsa daha iyi olacaktır anlayışı eski yıllara ait bir görüştür...
Eğitim, eskiden herkes için zorunlu değildi.
Zorunlu eğitim bu çağa ait bir kavram...
Bu çağın anlayışını, geçmişin anlayışlarıyla karıştırmayalım.
Günümüz eğitim anlayışında, çocuğu tanıma, anlama ve özel durumuna göre her çocuğa eğitim verme var.
ASIL GERÇEK
ŞÖK tehdidinde asıl gerçek şudur:
Kimi öğretmenler sınıfında başarısız öğrenci istemiyor ya da sınıf tekrarı tehdidini, okul ve sınıf disiplinin en önemli aracı olarak görüyorlar?
Herkesin sınıf geçtiği bir eğitim nasıl olabilir?
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Buna benzer klasik yaklaşımlar içine giriyorlar.
Hala öğrenciyi hayat durumuna uygun bir eğitimle eğitmenin ne demek olduğunu bilmeyen öğretmenlerimiz var.
Doğrudur... Anne babası ilgisiz çocuklar her zaman okullarda sorun yaratır.
Dayak olmayacaksa, sınıfta bırakmak olmayacaksa çocuk nasıl yola getirilecek?
Hiç olmazsa elimizde ŞÖK tehdidi bulunsun...
Gerçekte kimseyi sınıfta bırakmayacağız ama öğrenciler şunu düşünsün:
Öğretmenlerimiz lütfettiler bizi sınıfta bırakmadılar.
Onun için öğretmenlerimizin sözünden dışarı çıkmayalım, onları üzmeyelim, kızdırmayalım, kızarlarsa bizi ŞÖK'e bırakırlar.
Bu anlayış yanlıştır.
Doğru olan, herkesi başarılı kılacak bir eğitim hayata geçirmektir.
Her öğrencinin başarılı olduğu okullarda disiplin problemleri de en aza inecektir.
ÖĞRETMEN DİRETİRSE...
ŞÖK, tehdit etmesin, öğrenciyi doğrudan sınıfta bıraksın diyenler olduğunu da görüyoruz.
Öğretmen, diretiyor, Hüseyin'i sınıfta bırakacağım, diyor.
Ne diyor sınıf geçme yönetmeliği?
Hüseyin başarılı olamıyor mu?
Sayın okul müdürü, sayın öğretmen!
Hüseyin için tedbir alın!
Hüseyin'in neden öğrenemediğini araştırın.
Öğrenebileceği şeyleri öğrenmesine yardımcı olun!
Hala öğrenemedi mi?
O zaman yetiştirme kursu açın!
Kısaca, Hüseyin'in durumunu ŞÖK'e getirmemek için ne gerekiyorsa yapın!
Daha ne desin yönetmelik?
Yönetmeliğin demek istediği şey, Hüseyin'e BEP yapılmasıdır.
BEP yapılırsa Hüseyin başarısız bir öğrenci olmayacaktır.
Öğreneceği şeyler, sınavda değil, hayatta kendisine lazım olan şeyler olacaktır.
ÖĞRENCİLER ZOR DURUMDA
Her okul, başarısız öğrenciler için tedbir almaz, kurs düzenlemez, düzenlemiş gibi yapar...
Çocuk başarısız bulundu ya...
Hadi bakalım ŞÖK'e...
1. sınıftan 8. sınıfa kadar tüm öğrenciler bu uygulamanın içindedir...
Çocuk yıl içinde bir başarı gösterememiş.
Örneğin Ali matematikten bir şey bilmiyor.
Hatta Ali iki ile ikiyi bile toplayamıyor ama öğretmen ona denklemleri soruyor...
Ali her geçen dün daha ağır sorularla karşı karşıya kalıyor.
Kısaca Ali bütün sınavlardan başarısız oluyor.
Sürekli başarısızlık duygusu Ali'de kendine güven, saygı, inanç bırakmıyor.
Ali dört beş dersten bu şekilde sınıfta kaldı mı?
ŞÖK'te konuşuyorlar:
Ali sınıfını geçsin mi?
Karar:
Geçsin!
BÜYÜK HATA
Olmamış bir şeye, on kişi olmuş deyince, o şey nasıl olabilir ki...
ŞÖK'ün yaptığı da bu...
ŞÖK karar alıp 8. sınıfta okuyan Ali'yi mezun ediyor.
Hâlbuki öğretmen Ali'ye BEP uygulanmalıydı.
Ali'nin neyi ne kadar öğrenebileceği tespit edilmeliydi.
Ali, durumuna uygun bir eğitim almadan okulunu bitirmemeliydi.
BEP'E HİÇ GİRİLMİYOR
Öğretmenler, bireyselleştirilmiş eğitim denen BEP'e; çocuğun ihtiyacına göre eğitim konusuna hiç girmiyor.
Hatta bazı öğretmenler, ilköğretimde, böyle bir yaklaşımın olduğuna bile inanmıyor.
Herkese aynı ders konuları anlatılır, öğrenen öğrenir, öğrenemeyen sınıfta kalır sanıyorlar.
Yıllar geçti bu durum hala değişmedi.
Her çocuk, sağlık ya da ailevi durumu ne olursa olsun ihtiyacı kadar, alabileceği kadar eğitim alır dediğinizde, öğretmen hayır, diyor, müfredat var, bu çocuk hiç çalışmadı, yıl boyu yattı, yaramazlık yaptı... Şimdi onu ŞÖK'e bırakacağım, öğretmen olarak buna hakkım ve yetkim var!
Bu çocuk niye yıl boyu yaramazlık yaptı, ders çalışmadı, kimse buna baktı mı?
Bunu söyleyenlerin sesleri cılız çıkıyor.
Yasalar, yönetmelikler olsa da herkes bildiğini okuyor.
ŞÖK'E KALAN ÇOCUK
Durumu, ŞÖK'e götürülen çocuklar uzun bir bekleyişe giriyor...
Sonuç ne?
ŞÖK kararı ile sınıf geçmek...
Hani öğretmenin dediği olurdu?
Son kararı yine ŞÖK söylüyor.
Öğretmen'in, ŞÖK'ten büyük olmadığını bir kez daha görülüyor.
ŞÖK, öğretmenin kararını hiçe sayıyor.
Öğretmenin sözü ve otoritesi bir kez daha sarsılıyor.
Bütün bunlara ne gerek var...
Çocukları neden kandırıyoruz?
ŞÖK bitmiştir...
Bu çağda çocuklarımızı ŞÖK'le başarılı sayamayız.
ŞÖK'te bir şey konuşulacaksa o da BEP olmalıdır.
Daha iyi BEP için neler yapılabilir, öğretmenler bunu tartışılmalıdır.
ALİ İÇİN BEP'İN ÖNEMİ
Ali için ne deniyordu?
Bir yıl yattı, yaramazlık yaptı, hiç çalışmadı, bütün yazılılardan bir aldı.
Ama Ali ŞÖK kararı ile sınıf geçti, mezun oldu.
Yani Ali bir şey öğrenemeden okuldan ayrıldı.
Ali denklemleri çözemiyor...
Ali matematikte ne öğrenebilir?
Öğretmen bunu araştırmalıydı.
BEP uygulandığında Ali en azından toplama yapmayı öğrenmiş olacaktı.
Sonuçta, Ali bir şeyler öğrenerek okuldan mezun olacaktı.
Kendine olan güveni yerlerde sürünmeyecekti.
Dahası Ali, kendi emeğiyle sınıf geçmiş olacaktı.
Ya ŞÖK, Ali'nin sınıf geçmesine izin vermemiş olsaydı...
2011 Türkiye'sinde bu da mümkün...
Haklarınızı bilen bir veliyseniz, çocuğunuzu sınıfta bırakanları yasalar önünde süründürürsünüz.
Ne var ki velilerimiz ne gibi haklara sahip olduklarının farkında değil.
Hele de eğitimsizseniz, devlet kapısına gitmeye korkuyorsanız kimseye derdinizi anlatamazsınız.
ÖĞRENEMEYEN ÇOCUK YOKTUR
İlköğretimde şunu unutmamalıyız:
Öğrenemeyen çocuk yoktur.
Her çocuk mutlaka bir şeyler öğrenir.
Zorunlu ilköğretimde öğretmenin görevi, kime neyi, ne ölçüde öğreteceğini bilmektir.
Bunu bilmeyen, bu mantığı anlamayan öğretmen başarısız öğretmendir.
Her şey normal olduğunda bile her öğrenciye her şeyi öğretmek mümkün olmayabilir.
Öğretmen çocukları anlamalı, ilgi ve yeteneklerini fark etmelidir...
Hangi bilgiyi, hangi öğrenci, hangi oranda alabilir...
Bunları bilmeden eğitime başlamak yanlıştır.
Kimi çocuklara öz bakım beceresi kazandırırsın; yemekten önce elini yıkamak, düzenli dişlerin fırçalamak...
Bu o kadar önemli bir eğitim olur ki, aile sizi takdir eder.
Onların gözünde dünyanın en iyi öğretmeni olursunuz.
ELEME BİTMELİ, BEP UYGULAMALARINA AĞIRLIK VERİLMELİ
Bazı çocuklarımız sınavlara dönük, eleme amaçlı öğretilen matematikten bir şey anlamıyor...
Gelin çocuklarımızı bu eziyetten kurtaralım...
Yönetmeliklerimizde BEP ile ilgili herhangi bir sorun yok...
Yasal ve doğal zemin hazır...
EĞİTİM CAMİAMIZA ÇAĞRI
Başta, milli eğitim müdürleri, rehberlik araştırma merkezleri, okul müdürleri, rehber öğretmenler, sınıf ve şube öğretmenlerimiz olmak üzere şunu unutmayalım:
ŞÖK'ün görevi, öğrencileri sınıf geçirmek ya da sınıfta bırakmak değildir.
Bu güne kadar yapılan uygulama, BEP anlayışını yerleştirememiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Onlarca öğretmen bir araya gelip el kaldırarak öğrencilerin sınıf geçmesine karar veriyor. Neresinden bakarsak bakalım bu ilkel bir eğitim anlayışıdır.
Öğretmenlerimiz öğrencileri ŞÖK'e bırakmamalı, onları kendileri üst sınıfa geçirmelidir.
Eğitiminde aksama yaşanan her öğrenci, özel durumuna göre, Bireyselleştirilmiş Eğitime tabi tutulmalıdır.
Bunun için gerekli yasal dayanak mevcuttur.
Bakanlığımızın bu konuda milli eğitim müdürlüklerini uyarmasında yarar vardır. Bireyselleştirilmiş Eğitim Anlayışı; BEP'in lafta kalmaması, tüm okullarımızda hayat bulması eğitim kalitemizi artıracaktır.
Çocuklarımızın, ailelerimizin böyle bir eğitime ihtiyacı var.
Çağın gereği, insan olmanın gereği artık böyle bir eğitim anlayışıdır.
Yusuf Solmaz
Bodrum Cumhuriyet İlköğretim Okulu Rehber Öğretmeni
tarihli haber
Dersimiz.com Haber