Eğitim Sitesi

18 Mart 1915 - Çanakkale Zaferi

18 Mart 1915 - Çanakkale Zaferi

               “Bugün burada aldığımız her bir nefes, o gün orada (Çanakkale’de) verilmiş olan son nefesin sayesindedir.” (s. Ahmet Sılay)

 

Türk tarihi büyük kahramanlıklarla doludur; Çanakkale de onlardan biridir. Çanakkale denince akla Truva gelmemelidir; Çanakkale denince akla 250.000 şehidin yattığı şehitlikler gelmeli! Çanakkale, Truva değildir, Türk toprağıdır; şehit kanıyla sulanmış, tapusu, canla alınmış Türk toprağıdır. Çanakkale, birlik ve bütünlüğümüzün adresidir; millet olarak ortak değerlerimizden biridir. Karşıdaki düşman, Mehmed Akif’in dediği gibi ‘Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela’, İngiliz, Fransız, Anzak, Avustralyalı… Beri tarafta ise Türk, Laz, Kürt, Çerkez, Arnavut…  ortak değerler için aynı amaçlar doğrultusunda yan yana, bir arada… Bu sebeple Çanakkale, birlik ve beraberliğimizin sembolüdür. Çanakkale zaferi, iman, azim ve kararlılığın modern teknolojiye, üstün silahlara ve sayıca kalabalığa galip gelmesidir. Büyük savaşları, büyük milletler kazanır. Çanakkale, tarihe gömülmek istenen bir milletin dirilip kendine gelmesidir; Çanakkale, bir milletin, kendine kazılan mezarın üzerinden atlayıp o mezarı kazanları kovaladığı yerdir. Çanakkale, sadece bir bölgenin adı değildir; Çanakkale, bir ruhtur, bir bilinç, bir anlayıştır. Çanakkale, bir destandır ve efsane değil gerçektir.

 

 ‘Osmanlı bitti; bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildi’ denilen bir zamanda kazanılan muhteşem bir zaferdir Çanakkale. Çanakkale’yi, Çanakkale ruhunu iyi anlamamız lazım. Çanakkale savaşları kaybedilseydi belki de Kurtuluş Savaşı olmayacaktı! Çanakkale zaferi, dünyanın, tarihin gidişatını değiştirdi.  Genelkurmay Başkanlığının verilerine göre Çanakkale’de 210.000 civarında insan kaybımız vardır; şehit sayımız 57.000 civarındadır. Çanakkale şehitleri, bu vatanın tapusu sayılır. Yaklaşık 2,5 yıl süren Kurtuluş Savaşında verdiğimiz şehit sayısı 10.000 civarında iken yaklaşık 8 ay süren Çanakkale Savaşında verdiğimiz şehit sayısı 57.000; kayıp sayısı (savaş dışı kalan insan sayımız) Genel Kurmay kayıtlarındaki verilere göre 210.000’dir. Düşmanın kaybı da bir o kadardır. İki taraftaki toplam kayıp sayısı 500.000 civarındadır. Bu rakamlar, Çanakkale Savaşının ne büyük bir savaş olduğunu göstermeye yeter herhalde!

 

Çanakkale Savaşı, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin birlikte, koordinasyon halinde gerçekleştirdikleri tarihteki ilk savaştır.

 

Çanakkale Savaşında İtilaf devletlerinin elinde 12 büyük zırhlı gemi, 18 muhrip gemi, 13 torpido gemisi, 7 tarama gemisi, 2 hastane gemisi, 12 denizaltı, 42 uçak ve küçük çaplı çok sayıda gemi ile 500.000 asker vardı. İtilaf devletleri donanması 506 topla, günde ortalama 23.000 mermi atmakta idi mevzilerimize. Bizim elimizde ise çoğu eski, eski ve ateş gücü (kısa menzilli) zayıf 150 top vardı; bunlarla atılabilen mermi sayısı ise günde ortalama 370 idi. Elimizdeki uçak sayısı ancak 20 idi. Arada müthiş bir kuvvet farkı vardı. Görünüşe bakılırsa Türklerin kazanması imkansız görünüyordu. Özellikle İngilizler, zafer kazanacaklarından, boğazı birkaç saat içinde geçebileceklerinden son derece emindiler; Çanakkale’yi rahatlıkla geçip İstanbul’a ulaşabileceklerini hayal ediyorlardı. Karşılarında ise bütün kısıtlı imkanlarına rağmen düşmanı Çanakkale’den geçirmemeye and içmiş, kararlı bir millet vardı; Mehmetçik vardı. Mehmetçik, düşmanın vatan toprağını çiğnemesine izin veremezdi. Çanakkale, bizim için saldırı değil savunma savaşıdır; savunma savaşıdır ancak içinde yer yer taarruza rastlanır.

 

Biz, Çanakkale’yi 1980’li yıllarda Japonlardan öğrendik. Ülkemizi ziyarete gelen Japon eğitimciler heyetinin, ‘‘çocuklarınıza milli şuur kazandırmak için Çanakkale’yi gezdirin; Çanakkale’yi anlatın’’ demesinden sonra uyandık ve Çanakkale’yi hatırladık.

 

Atatürk, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça kendinde büyük işler yapma cesareti bulacaktır… Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin sınırı ne olursa olsun,  en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline ve kendi benliğine, milli varlığına düşman olan bütün unsurlarla mücadele etme lüzumu öğretilmelidir” sözünü hatırlama zamanıdır. Buna, bu bilince her zaman ihtiyacımız olmuştur.

 

Çanakkale savaşları, tarihsel bir olaydır; daha ziyade tarihin konusudur ancak tarihsel olayların aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik, düşünsel boyutu da vardır. Özellikle savaşlar, toplumların yaşamıyla, inanç ve kültürel değerleriyle, insan ve toplum psikolojisiyle yakından bağlantılıdır. Çanakkale savaşlarına genellikle tarihsel açıdan bakılır ve bakılmıştır; biz burada sosyolojik, psikolojik ve düşünsel açıdan farklı bir yaklaşımla Çanakkale savaşlarından bahsetmeye çalışacağız. Şüphesiz herkes aynı olaya farklı bir açıdan bakar, farklı bir açıdan yaklaşır. Bir olayı farklı açılardan dinlemek de ayrı bir zenginliktir. Bir konu ne kadar çok tekrarlanırsa ve ne kadar farklı açılardan anlatılırsa o konu o kadar iyi ve etraflıca anlaşılır. Çanakkale Savaşları, o kadar önemli bir olaydır ki tekrar tekrar hatırlamakta, tekrar tekrar dinlemekte, farklı açılardan anlatmakta faydalar vardır.

 

               Anadolu, coğrafi ve stratejik açıdan çok önemli bir bölgedir. Tarih boyunca büyük devletler bu toprakları ele geçirmek için çok kanlı mücadeleler vermişlerdir. Böyle önemli bir coğrafyada yaşayan topluluklar ise bu önemli bölgeyi kaybetmemek için çok ağır bedeller ödemişlerdir. Türk milleti, bu bedeli en ağır bir şekilde ödemiş olan milletlerden biridir.

 

               Savaş, ne anlatılır ne anlaşılır; savaş ancak yaşanır. Çanakkale savaşları da öyledir. Ancak biz yine de anlatmaya çalışacağız. Sosyal psikolojik yaklaşımla size anlatmaya, hissettirmeye çalışacağız. Çanakkale’de can verenler, Çanakkale’de şehit olanlar ülkeleri için, inançları için fedakarlık yaptılar. Hangi şartlarda can verme fedakarlığında bulundular, hangi duygularla ölüme isteyerek gittiler onu anlamak gerekir; örnek almak üzere anlatmaya, hissettirmeye çalışacağız.

 

               Çanakkale Savaşları, I. Dünya Savaşı içinde cereyan eden en kanlı savaşlardan biridir. Peki I. Dünya Savaşı neden ve nasıl çıktı? Osmanlı Devleti neden ve nasıl bu savaşa girdi?

 

               Sömürgecilik, bir ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının bir başka ülke tarafından ele kullanılması, ele geçirilmesidir; bu genellikle zora ve hileye dayalıdır. Yani sömürgecilik, bir tür hırsızlıktır, haramiliktir; uluslar arası hırsızlık, çok büyük çaplı hırsızlık. I. Dünya Savaşının temel sebebi sömürgeciliktir; daha fazlasını elde edebilme mücadelesidir. Dünya üzerinde en verimli, en stratejik bölge olan Anadolu, Osmanlı’nın elinde idi. Sömürgeci devletler, hasta adam olarak adlandırdıkları Osmanlı’nın elindeki topraklara göz dikmişler, bu toprakları ele geçirmek, sömürgeleştirmek istiyorlardı. Özellikle Rusya, İngiltere ve Fransa Anadolu üzerinde hesaplar yapmakta idiler. Osmanlı devleti, önceleri bu savaştan uzak durmak istedi. Savaşa girmemek için bir müddet uğraştı ancak olmadı; nihayetinde kendini savaşın içinde buldu.

 

               Savaşın iki tarafı vardır: İtilaf devletleri olarak bilinen: İngiltere, Rusya, Fransa ve sonradan katılan İtalya. Ve ittifak devletleri olarak bilinen: Almanya, Osmanlı Devleti, Avusturya – Macaristan imparatorluğu ve sonradan katılan Bulgaristan.  Osmanlı devleti, savaşın başlangıcında tarafsızlığını ilan etmişti.

 

               Almanya, Osmanlı Devleti’nin kendi yanında savaşa girmesini istiyordu ve öyle de oldu. Osmanlı’nın savaşa girmesi en çok Almanya’nın işine yarayacaktı ve öyle de oldu.

 

I.Dünya Savaşı 1 Ağustos 1914’de başladı. Osmanlı devleti, 2 Eylül 1914 günü genel seferberlik ilan etti. Akdeniz’de İngiliz donanmasının kovaladığı 2 Alman gemisi Osmanlı Devleti’ne sığındı. Osmanlı Devleti, bu gemilere kendi bayrağını çekti. Gemilerin isimlerini Yavuz ve Midilli olarak değiştirdi. Bu 2 gemi Karadeniz’e açılarak Rus limanlarını bombalayınca Rusya (31 Ekim 1914) Osmanlı’ya savaş ilan etti. Böylelikle Osmanlı Devleti de savaşa girmiş oldu. Çanakkale Savaşları ise 3 Kasım 1914 günü başladı diyebiliriz; çünkü İngiliz donanması bu tarihte Çanakkale boğazını, Seddülbahir ve Kumkale’yi bombaladı. 29 Kasım 1914 günü Mesudiye zırhlımız İngiliz denizaltısı tarafından Çanakkale boğazında batırıldı, İngiltere, Çanakkale boğazını yoklamaya, zorlamaya başlamıştı. İtilaf devletleri, 28 Ocak 1915 günü Çanakkale boğazına topluca saldırı kararı aldılar ve çok geçmeden 19 Şubat 1915 günü İtilaf devletleri, Çanakkale boğazına saldırı başlattı. İtilaf devletleri boğaz girişindeki ve boğaz içindeki kıyıdaki askeri birliklerimizi, tabyalarımızı ağır bir şekilde vurmaya başladılar. Düşman Çanakkale’yi önce denizden geçmeyi tasarlamıştı ve Çanakkale’yi rahatlıkla geçebileceğini düşünüyordu.

 

Çanakkale Savaşları iki aşamalıdır. İlk aşama deniz savaşı şeklinde cereyan etmiş; Çanakkale’yi denizden geçemeyeceklerini anlayınca ikinci aşama olan kara savaşları başlatılmıştır. Deniz savaşları 19 Şubat 1915 günü başlamış, 18 Mart 1915 günü düşman için büyük bir hüsranla sona ermiştir. 18 Mart 1915 günü, Çanakkale deniz zaferinin kazanıldığı gündür. İtilaf devletleri yaklaşık 30 savaş gemisiyle saat 11 sıralarında Çanakkale boğazında yaklaşık 7 saat boyunca aralıksız diyebileceğimiz bir şekilde kıyılarımızı bombardımana başladı. Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar ve kıyıdaki birliklerimizin verdiği karşılıkla düşman gemileri geri çekilmek zorunda kaldı. 3 büyük zırhlı gemi batırıldı ve 3 gemide ağır yara alarak kullanılamaz hale geldi. Saat 11’de başlatılan saldırı saat 18 sıralarında kesilmiş ve düşman donanması geri çekilmiştir.  Yaklaşık 10 gün sonra 29 Mart 1915 günü ikinci aşama olan kara savaşları başlatıldı.Kara savaşları, Gelibolu’da yaşanmıştır. İtilaf devletleri Çanakkale’nin farklı bölgelerine (Arıburnu, Seddülbahir, Kumkale, Kirte) asker çıkarmaya kalkıştılar. Kıyıları ele geçirerek boğazı geçmeyi planlıyorlardı. İşte savaşın en ağır şekli bu kara savaşları boyunca yaşandı. Kirte, Zığındere, Kerevizdere, Arıburnu, Anafartalar bölgelerinde şiddetli çatışmalar yaşandı. Ortalık kan ve ceset kokusundan bunalmıştı; koku, insan genzini yakıyor, mideleri bulandırıyordu. Ortalıkta parçalanmış, kanlı ceset parçalarıyla doluydu;  askerler, arkadaşlarının gözü önünde çırpına çırpına can veriyordu; kol, bacak, ayak, kafa kopuyor; vücutlar paramparça oluyordu.

 

Çanakkale kara savaşlarının seyrini değiştiren kişi, Mustafa Kemal’dir; o zamanlar yarbay rütbesinde idi. O, Anafartalar kahramanıdır; adı, Anadolu’da bu savaşta ilk kez Çanakkale’nin korkusuz ve başarılı komutanı olarak bu savaş sayesinde duyulmuştur. 20 Aralık 1915 günü düşman, kıyıda çok dar bir alanda ele geçirebildiği şeridi sessizce ve gizlice boşaltarak çekildi. Düşmanın bu savaşta başarabildiği en iyi şey, ustaca, kayıp vermeden geri çekilebilmesi idi. ‘Çanakkale geçilemez, ele geçirilemez’ diyorlardı. Çanakkale’nin ele geçirilemeyeceğini, geçilemeyeceğini anlamışlardı. Savaş böylelikle bitti.

 

Çanakkale Savaşları yaklaşık 1 yıl sürdü. Birleşik düşman kuvvetleri, felaket bir yenilgiyle, utançla geri çekilmek zorunda kaldı.

 

Bu savaşta en fazla şehit veren illerimiz sırasıyla şunlardır: Bursa, Balıkesir, Konya, Kastamonu, Denizli.

 

Çanakkale Savaşlarının sonuçları: - Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ta ve Balkan Savaşlarında kaybettiği moralini, itibarını geri kazandı. Hasta adam denilen bir devletin, sürekli geri çekilmekte olan bir devletin moral bulduğu, güveninin geri gelmesine vesile oldu. – Rusya’ya gidecek yardımların önüne geçildi. Rusya’da ihtilal oldu, yönetim şekli değişti ve Rusya, savaştan çekildi. Doğu Anadolu’da ele geçirdiği yerleri de boşaltarak bize geri bıraktı. – Çanakkale savaşları, I. Dünya Savaşının 2 yıl uzamasına neden oldu. – İngiltere ve Fransa’nın gücünün de sınırlı olduğu, özellikle İngiltere’nin de yenilebileceği görüldü. İngiltere’nin itibarı sarsıldı ve sömürgelerinde milli uyanış, bağımsızlık fikirleri ortaya çıktı. – Çanakkale, Türk milletinin gençliğinin, okumuş kesiminin yani beyin takımının yitirildiği bir savaştır. Biz, Çanakkale’yi kazandık ama yetişmiş insan gücümüzü kaybettik.  Bu, sosyal ve psikoloji bakımdan çok büyük bir kayıptır. Çanakkale zaferi, Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü sayılır.

 

Çanakkale Savaşı sürerken 2 bayram geçti cephede; Ramazan ve Kurban bayramları cephede kan gölünün ortasında geçti. Barut kokularıyla, bomba sarsıntıları, mermi vızıltıları arasında bir değil iki bayram… Mehmetçik bayramları evinden, anasından, eşinden uzakta, ölümle burun buruna iken yaşadı. Hele hele Kurban bayramının olduğunu öğlene saatlerine doğru öğrendi; parçalanmış cesetler arasında… O cesetlerin bir kısmı, vata kurban olmuşlardı.

 

Çanakkale Savaşında analar ve kadınlar: Çanakkale Savaşı’nın en önemli kahramanları şüphesiz annelerdir; Mehmetçiği doğuran, büyüten, yetiştiren anneler. O anneler, cepheye evlatlarını, dualarla yollamış ve savaş süresince de dualarını eksik etmemiştir.  Cephedeki başarının en önemli sırrı anaların ettikleri dualardır. Analar, oğullarını şu sözlerle cepheye yollamışlardı: ‘Oğul, canımdan can, kanımdan kan oğul. Git oğul. İslam toprağını gavur alacaksa, ezanlar susacak, bayrağımız inecekse sütüm sana haram olsun. Git oğul, git; ya gazi ol ya şehit! Allah’ın rasulü önünde, melekler yanındadır. Dualarım seninledir; git.’ Anaların bazıları, cepheye gönderdikleri oğullarına vatana kurban olsunlar düşüncesiyle kına yakmışlar; kafalarına kına yakarak oğullarını cepheye yollamışlardır.

 

Çanakkale’de keskin nişancı kadın askerlerimiz de vardı.  Bunlar, düşmana büyük kayıplar verdirmişlerdir. Düşman, bunları ancak vurarak öldürdükten sonra ele geçirebilmiş ve kadın olduklarını fark edince büyük şaşkınlık geçirmişlerdir.

 

Çanakkale Savaşlarının manevi cephesi:  İngiliz komutan Hamilton: ‘Bizi Türklerin maddi gücü değil manevi gücü yendi. Atacak barutları, mermileri bile kalmamıştı ancak göklerden inen güçler onlara yardım etti.’ Diyerek ilahi yardımı itiraf etmek zorunda kalmıştır. İngiltere’nin Bahriye nazırı Churchil, ‘Bunca teknolojiye rağmen nasıl oldu da Türklere yenildiniz?’ diye soranlara, ‘Anlayamıyorsunuz, biz Çanakkale’de sadece Türklerle değil Tanrı ile de savaştık ve tabi ki kaybettik’ demiştir. İnanıyoruz ki, Cenab-ı Allah, darda kalan kuluna, sıkışan kuluna yardım eder.  Cephedeki askerimiz, kıldığı namazla, okuduğu Kur’an’la, getirdiği salavatla, etiği dua ile Allah’tan yardım istiyor, Allah’a sığınıyordu ve dualar kabul oluyordu. Çanakkale’nin manevi yönü yüksektir.

 

Allah’ın yardımı: İngilizler ve Fransızlar o dönemin en gelişmiş teknolojisine ve silahlarına sahip idiler. Ancak bu üstünlükleri onlara yaramamıştır. Attıkları bazı bombalar patlamamış, devasa gemileri patlar mı patlamaz mı diye düşünülen çoğu el yapımı mayına çarparak batmış ve yara almıştır.  Nusret mayın gemisi yakalanmadan mayınları denize dökebilmiştir. Bazı beyaz bulutlar, çıkarma yapan düşman askerlerini içine alarak yükselmiş ve düşman askerleri resmen kaybolmuştur. Mesela İngilizlerin 4. Norfolk taburu bu şekilde kaybolmuştur. Buna cephedeki İngiliz asker ve subaylar da şahit olmuştur. Seyit onbaşı’nın 276 kiloluk top mermisini tek başına kaldırıp atması ve bu merminin düşman gemisini batırması da ayrı bir mucizedir. Normal şartlarda 276 kiloluk bir topu bir insanın kaldırması imkansızdır.

 

Kimyasal gaz kullanılan savaş: Kimyasal gazın kullanımı, uluslar arası hukuka göre suçtur; insanlık suçudur. Ancak buna rağmen İngilizler, kazanabilme tutkusuyla Türklere karşı çekinmeden kimyasal gaz, kimyasal bomba kullanmışlardır. Türklere karşı kimyasal gaz kullanılması fikrini İngiliz  Bahriye Nazırı Churchil, teklif etmiştir. Kimyasal gaz kullanımın insanlık suçu olduğu söylenince, ‘Türkler insan değildir ki’ diyerek yanıtlamıştır. İngilizlerin kullandığı gaz, Allah’ın takdiridir ki, esen rüzgarın etkisiyle geri dönmüş ve kendilerini zehirlemiştir. Bu an, teknolojinin iflas ettiği, bir işe yaramadığı andır. dersimiz.com

 

Deniz savaşının seyrini değiştiren gemi: Şüphesiz Nusret mayın gemisidir.  Düşman gemileri 1155 topla olanca gücü ile kıyılarımızı dövmekte idi. Kıyıda taş üstünde taş kalmıyordu; ortalık toz dumandı, göz gözü görmüyordu. Bir gece Nusret mayın gemisinin komutanı bir rüya görmüş rüyada gördüğünden hareketle 13’erli 2 sıra halinde 26 mayını bir gece denize, kıyıya paralel döşemişti. Ellerinde ancak bu kadar mayın vardı ve bunların patlayıp patlamayacağı şüpheli idi; çünkü el yapımı ve kara barut denilen patlamasına şüpheyle bakılan derme çatma kabilinden mayınlardı. İşte o mayınlar, birkaç dakika içerisinde ard arda düşmanın çok güvendiği o gemilerin 3’ünü batırdı, 3’ünü ağır yaraladı ve geri çekilmek durumunda bıraktı. Bunları gören diğer gemiler de panikle boğazı terk ederek geri çekildiler. Nusret gemisi, Alman yapımıdır; küçük boyutlu (uzunluğu 40 m; eni 7 m.) bir gemi idi. Bu özelliği ile kıyılarda, dar alanlarda rahatlıkla manevra yapabiliyordu. Boğazda adeta cirit atan düşman gemilerine yakalanmadan mayınları dökmesi de önemli bir ayrıntıdır. Nusret’in mayınları sanıldığından çok büyük işler başarmıştı.

Bir de Muavenet-i Milliye gemisinden bahsedelim. Muavenet-i Milliye, Goliath denilen, Goliath, dev demektir, dev bir zırhlıyı ard arda ateşlediği 3 torpido ile batırmıştır. Küçük bir torpido gemisi olan Muavenet, dev savaş gemisi Goliaht’ı sulara gömdü ve herhangi bir yara almadan limana geri döndü. Goliath, 750 kişilik personeli ile o ana kadar Osmanlı mevzilerini yüksek ateş gücüyle adeta cehenneme çevirmekte idi.

 

Osmanlı ordusunun imkanları kısıtlı idi: Osmanlı askerinin elindeki silahlar, eski model silahlardı.  Hem menzil olarak uzağa atış yapabilme kapasiteleri yoktu hem de yeterli mermi, mühimmat ve barut yoktu. Sınırlı sayıdaki silah ve mühimmatla düşmana karşı konuluyordu. Askerin elbise ve yiyecek sıkıntısı da vardı. Askerlerimizin bir kısmının ayakkabısı bile yoktu desek yanlış konuşmuş olmayız. Elbiseleri ve ayakkabıları yıpranmış, yer yer delik, yırtık ve sökük durumda idi. Siper olsun diye gönderilen kum torbalarındaki kumlar yere boşaltılıp kum tepelerlinden siper yapılıyor kum çuvalları ise elbiseye yama olarak kesilip dikiliyordu. Yiyecek sıkıntısı vardı; hatta gün içinde bir öğün yemek olmadığı, yenmediği olmuştur. Mehmetçik aç karnına, şikayet etmeden savaşmakta idi. Bazı düşman subayları ve askerlerinin ifadelerinde, “Türk askerlerinin çoğunun ayakkabılarının ve elbiselerinin olmadığı; çoğu zaman yarı aç yarı tok savaştıkları, atacak mermilerinin ve barutlarının olmadığı; bu sebeplerle bu savaşın çok dengesiz ev acımasız olduğu” vurgulanır.

 

Kahramanlık nedir? Kahramanlık, yüce bir ideal uğruna sahip olunan kıymetli şeylerden vazgeçmektir. Şüphesiz insanın en kıymetli varlığı, kendi bedenidir, kendisidir. İşte o en kıymetli varlığını, bedenini memleketi için feda edebilmek kahramanlıktır. Demek ki, vatan, bedenden de kıymetlidir. Yiğit, canını feda ederek vatanını koruyabilendir. Vatanını koruyabilmek için canını feda etmektir kahramanlıktır. Düşmanın sayıca ve teknoloji bakımından üstünlüğüne aldırmadan yüreklerini ortaya koyarak, düşmana direnmek ve kazanmaktır kahramanlık. Mesela tümü şehit düşen bir alayımız var: 57. Alay. Arıburnu muharebelerinde düşmanın kıyıyı ele geçirmemesi için kıyasıya, ölesiye çarpışmışlar ve düşmanı geri püskürtmüşlerdir. 57. Alay, dünya savaş tarihinde personelinin tamamı şehit düşen tek alaydır; tek bir kişi bile sağ kalmamış, ölesiye savaşmışlardır. 67 kişiyle 3000 kişiyi durdurabilmek kahramanlıktır. O gün onlar orada ölmeseydi biz bugün burada olamazdık.  Metrekareye 6000 mermi düşmüştür; dünya savaş tarihinde bunun başka bir örneği yoktur. Asker, mermilerin üzerinde koşuyordu. Arkadaşının vücudu parçalanmış, yerler kıpkırmızı kan idi, arkadaşının kolu, bacağı, kafası kopmuştu. Kopan kafaya, kola, bacağa basarak, üstünden atlayarak ve kendisinin de az sonra aynı akıbete uğrayacağını bilerek savaşabilmektir kahramanlık. Onlar ölmekten korkmuyorlardı; kaybetmekten korkuyorlardı. Sağ kolunu kaybetmiş bir asker, ‘sol kolum var komutanım; o bana yeter’ diyordu; işte budur kahramanlık. Filmlerde olur ya, kola, bacağa saplanan mermiyi ıkına sıkına çıkarırlar; işte o Çanakkale’de gerçekten olmuştur; hem de defalarca olmuştur. Narkoz olmadığı için dişlerinin arasına sıkıştırdığı bez veya çubuğu ısırarak uyuşturmadan ameliyat olan Mehmetçikler vardır; işte kahramanlık budur. Çanakkale savaşında çarpışan askerlerin çoğu, farklı cephelerden, farklı savaşlardan çıkarak Çanakkale’ye gelmişlerdir ve çoğu da evlerine uğrayamadan gelmişlerdir. Kimi Kafkasya’dan Rus cephesinden; kimi Balkan Savaşından Yunan ve Sırplara karşı verilen savaştan, kimi Suriye’den, Filistinden gelmişlerdir. Cephede yaralanıp da hastaneye kaldırılan, hastaneden çıkıp da cephede savaşa devam eden yiğitler vardır.  Kurşunlar vızır vızır uçuşuyor; onlarca kurşun vücudu delik deşik ediyor; insan vücudu kıpkırmızı et parçasına dönüyor, cesedin insan cesedi mi olduğu dikkatli bakınca anlaşılabiliyor. Mehmetçik, Çanakkale’de kendinden 11 kat büyük düşmana galebe çalmıştır.

 

Çanakkale Savaşlarında Mustafa Kemal: Çanakkale kara Savaşlarının en önemli ve başarılı kumandanlarından biri şüphesiz Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal, Çanakkale kara savaşlarının seyrini belirleyen bir komutandır. Kendi iradesiyle cephede yaptığı girişimlerle önemli başarılar elde etmiştir. “Ben size taarruzu emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelecektir” sözüyle askere hücum emri vermiş ve düşman geri püskürtülmüştür.

 

               Çocukluğunu, gençliğini Çanakkale’de geçirenler:  Çanakkale’den evvel 1911’de Kuzey Afrika’da, İtalyanlara karşı Trabslusgarp’ta savaştık. 1912 ve 1913’de Balkan devletlerine karşı savaştık. Ardından I.Dünya Savaşı’na girdik. Ard arda savaşlar, ard arda kayıplar... Düşman, yüklendikçe yükleniyor; asker tükeniyor, insan sayısı azalıyor. Savaşacak yetişkin bulmak zorlaşıyor ve devreye gençler, çocuklar giriyor. Vatan için… Okullarını bırakıyorlar, ana kuzuları idiler; evlerini terk ediyorlar. Ne için?... Analarının dualarıyla, verdiği moralle okullarını bırakıp cepheye koşuyorlar. Gençliklerini, çocukluklarını cephede geçiriyorlar. Barut kokuları, mermi sesleri, bomba patlamaları arasında, tozun toprağın, kanın içinde çocukluklarını, gençliklerini geçirdiler; oyun oynamaya fırsat bulamadılar; sevemediler, sevdalanamadılar… Sevdalıları vatan idi… Düşman ona el değmesin istiyorlardı. Çanakkale bitti henüz geri dönmeden, dönemeden Kurtuluş Savaşı başladı ve ona katıldılar.  Balkan Savaşı bitti, eve döneriz demişken; Çanakkale savaşı başladı, oraya koştular; o bitti, eve döneriz demişken Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Çoğu eve dönemedi; dönenlerde kimi elsiz, kimi ayaksız. Bacaksız; kimi kör döndüler… En son Yunan’ı denize döküp de rahata erdiler. Köyüne, evine ancak 10 sen sonra dönebilenler oldu; çok az, çoğu dönmedi, dönemedi. Savaştan önce Çanakkale’nin çiçek kokan, çimen kokan toprakları kan ve barut kokar hale geldi. Savaştan önce Çanakkale’nin yemyeşil kırları, kızıla, kan kırmızısına büründü. Birçok lisemizin son sınıf öğrencileri Çanakkale savaşına gönüllü olarak katıldıkları için o liseler 1915 yılında mezun vermemişlerdir. Kastamonu Lisesi, Konya Lisesi, Kayseri Lisesi, Galatasaray Lisesi ve İzmir Lisesi bu liseler arasındadır. Kilometrelerce ötelerden tam techizat gelen düşman askerlerinin karşısında vatanlarını savunmaya gönüllü olarak katılan ortaokul ve lise öğrencileri vardı. Allah hepsine rahmetiyle muamele buyursun.

 

               Mehmetçiğin, düşmanına bile insanlık dersi verdiği yer: Çanakkale.  Avrupalı, Türkleri barbar olarak niteler. Ancak Türkler, Çanakkale’de Avrupalı düşmanlarına insanlığı gösterdiler. Savaşın kuralları vardır; ancak asıl olan insanlıktır. Mehmetçik, esir düşene kötülük yapmadı, kötü davranmadı. Kendisinde olmayan ekmeğini esir düşmanla bölüştü; kendisi doymadığı halde yemeğini düşmanına ikram etmekten geri durmadı. Yaralanmış düşman askerini esir edince onun yarasını sardı, matarasındaki suyunu bölüştü. Mehmetçik, yaralılarını alıp geri çekilen düşmana kurşun sıkmadı. Bir İngiliz subayı doktor, ‘Türkler yalnızca dünyanın en cesur savaşçıları değil aynı zamanda en centilmen askerleridir’ demek zorunda kalmıştır. Türkler, yaralılarını tahliye eden düşmana mermi sıkmamıştır; düşman yaralılarının bakıldığı hastanelere, hastane gemilerine ateş etmemiştir.

 

Düşman, insanlık onurunu ve savaş kurallarını çiğnemiş, insanlık suçu işlemiştir. Bilerek, kasıtlı olarak cephe gerisindeki Osmanlı hastanelerini vurmuş, binlerce yaralımızın ve sağlık personelinin ölmesine, şehit olmasına neden olmuşlardır. Oysa bazı düşman askerlerinin ve komutanlarının ifade ettikleri gibi Osmanlı kesinlikle düşmanın hastane gemilerine ateş etmiyordu.

 

Sonuç: Çanakkale Savaşlarını soran bir gazeteciye Atatürk şöyle demiştir: “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Ön siperdeki askerlerin hiçbiri kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci sıradaki siperde bulunanlar, tereddüt etmeden hemen bunların yerini alıyor. Öleni görüyor, üç dakika içinde öleceğini biliyor ama en ufak bir sarsıntı yok. Okuma bilenler Kur’an okuyor, bilmeyenler Kelime-i şehadet getiriyor. Emin olun ki Çanakkale’yi kazandıran bu yüksek ruhtur.” Yani bize zaferi kazandıran, şehit veya gazi olma duygusudur. Düşmana karşı vatanı savunurken imanla, iman gücüyle savunma yapılıyordu. Bu bir şuurdur ve bu zaferi kazandıran da bu şuurdur. Çanakkale, birlik ve beraberlikle kazanılan savaştır. Bugün de farklılıklarımızı, ayrılık ve gayrılıkları bir kenara bırakarak bir olabilirsek, yeni, yine, nice zaferler kazanabiliriz.

 

Feridun ESER

Geyve Anadolu İmam Hatip Lisesi

 

Kaynakça:

27128 kez okundu addDersimiz.com

tag 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi Mehmetçik Anadolu Osmanlı Devleti Mustafa Kemal Çanakkale Tören Örnek Konuşma belirli günler Feridun ESER

Yeni Eklenen Belirli Gün ve Hafta Yazıları

18 Mart 1915 - Çanakkale Zaferi Hakkında Yorum Yazın...

  

18 Mart 1915 - Çanakkale Zaferi Hakkında Yorumlar

Henüz Yorum Yazılmamış.
İlk Yorumu Siz Yazabilirsiniz.

18 Mart 1915 - Çanakkale Zaferi