Her odasında başka bir tarihin anlatıldığı PTT Müzesi, posta, telgraf, telefon ve pul olmak üzere dört bölümden oluşuyor. Merdivenlerde ve giriş bölümünde "bak postacı geliyor selam veriyor" şarkısından hatırladığımız postacılar karşılıyor bizi. Çok eski kıyafetliler de var, bugün kapımıza gelen postacılar da. 19. yüzyılda haberleşmeyi sağlayan posta tatarları ile Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yine aynı görevi yerine getiren postacılar, o zamanlardaki kıyafetleri ile öylece duruyorlar karşımızda.
Birinci katta çeşit çeşit posta kutuları sergileniyor. Sonra yuvarlak merdivenlerden, merdivenleri tutmuş postacılara selam vererek bir üst kata çıkıyoruz. Karşımıza çıkan ilk oda Manastırlı Hamdi Bey'in odası. Manastırlı Hamdi Bey'i tanımayanlar için kısa bir not düşelim. 16 Mart 1920 sabahı İstanbul işgal edilirken, bu acı olayı Mustafa Kemal'e bildiren kişi, Manastırlı Hamdi Bey'dir. Manastırlı Hamdi Bey'in odası olduğu gibi korunuyor. Manastırlı Hamdi Bey sanki hâlâ koltuğunda oturuyor gibi.
İkinci katın koridorunda birbirinden değerli pullar sergileniyor. Pulları inceledikten sonra üçüncü kata çıkıyoruz. Sizin elinizden hiç bırakmadığınız cep telefonlarının atalarının sergilendiği yer burası. Manyetolu, bataryalı, kadransız, kadranlı duvar ve masa telefonları. Bu telefonların arasında, PTT'ye kuruluşunun 150. yıldönümü nedeniyle Alcatel-Bell firmasınca hediye edilen, Alexander Graham Bell'in 1882 yapımı orijinal telefonunun bire bir kopyası da bulunuyor. Bu telefonları incelerken teknolojinin nasıl büyük bir hızla geliştiğine ve bu kocaman telefonların gidip de yerine nasıl bu cebimizde taşıdığımız telefonların geldiğine hayretle bakıyorsunuz.
Bu katta görülecek o kadar çok şey var ki İlk telefon rehberleri, posta tatarlarının giysileri, klavyeli telgraf araçları, 1. Dünya Savaşı sırasında kullanılan telgraflar, ilk teleksler... Biz PTT Müzesini şimdilik bu kadar anlatalım ki, size de gidip görecek bir şeyler kalsın, değil mi?