ben HELALLL GÜZEL ŞİİR İŞİME PEK YARAMASADA MÜKEMMELLL
Marşların En Güzeli : İstiklal Marşı Şiiri | M.NİHAT MALKOÇ
MARŞLARIN EN GÜZELİ:
İSTİKLAL MARŞI
Şanlı milletimize ölüm reva görüldü
Çanakkale içinde defterleri dürüldü
Dağlar taşlar aşıldı istiklalin peşinde
Nice ocaklar söndü düşmanın ateşinde
Sözle tarif edilmez, ölüm kalım savaşı...
Mühürlenmiş vicdanlar, yüreğin gözü şaşı
Millet ayağa kalktı, yurdu savunmak için
Düşman sebep aradı safça avunmak için
Şahadeti düşünüp gayret geldi nefere
Akif o zor zamanda inanmıştı zafere
Haçlı müttefiklerce Türk'e mezar kazıldı
Şanlı İstiklal Marşı zor zamanda yazıldı
Marşların en güzeli, inletir arzı arşı...
Torun dede, kız kızan söyler İstiklal Marşı
Bir millet direnirken, kıyama durdu zaman
Asrın yiğitlerinden düşman diledi aman...
Kefen giyen Mehmetçik, ölüm için sırada
Çınarın gölgesinde millet erdi murada
Hem açlık, hem susuzluk; ne elde var, ne başta
Mazlumların âhı var gözlerden akan yaşta
Her karış toprak için Mehmetçikler kan verdi
Milletine inandı, Akif söze can verdi
Küfrün zincirlerini hür iradeyle kırdı
O, İstiklal Marşı'yla imanını haykırdı
Bu topraklar alındı yiğitlerin canıyla
Yüreklere yazıldı Mehmetçiğin kanıyla
Marşların en güzeli, inletir arzı arşı...
Kadın erkek, kız kızan söyler İstiklal Marşı
M.NİHAT MALKOÇ
Marşların En Güzeli : İstiklal Marşı şiiri M.NİHAT MALKOÇ İstiklal Marşı şiirleri Eğitici şiirler öğretici şiirler okul şiirleri
Yazılan son 8 yorum gösteriliyor.
İçerikle ilgili 8 yorum yazılmış.
Benzer İstiklal Marşı ve Mehmet Akif ERSOY Şiirleri
Mehmet Akif Ersoy Şiiri
1873 senesinde;
İstanbul’un Fatih semtinde,
Küçük bir köşk içinde;
Ragıyf isminde,
Bir çocuk dünyaya geldi…
Bu çocuk Mehmet Akif’ti,
Bağımsızlık marşını yazacak,
Dünyaya seslenecekti…
Marşımızla tanınacak;
Evrenselleşecekti…
Daha yaşı dört iken,
O her şeyin bilincinde...
Emsallerinden çok erken,
Mahalle Mektebinde,
Okudu sevinç içinde…
İptidai Mektebine katıldı,
Bir de liderliğe atıldı,
Çocukluğunun başında,
Henüz çocukluk çağında,
Beş buçuk, altı yaşında…
Ders kitapları elinde,
Kaynak kitapları dilinde,
Müfredatın çok üzerinde,
Birincilik yine onun elinde,
Yükselirdi hep en önde…
Sevilirdi, severdi,
Herkes onu överdi,
O her yerde liderdi
Ve en önden giderdi,
Yine de övünmezdi…
Babasından ders aldı,
Okudu anladı, Kur’an’ı,
Esat Efendi’den de yararlandı,
Küçük yaşta; Mesneviyi,
Hafız Divanını…
Bir yandan da ezberledi Gülistanı…
Yoktu onun boş zamanı;
Okumakla geçerdi her anı,
Rüştiyeyi de birincilikle başardı,
Çünkü o yürümez hep koşardı,
Öğretmenleri bu hale şaşardı…
Biter bitmez Rüştiye;
Başladı Mektebi Mülkiye…
Ardından derdi külliye…
Her biri sıra sıra, üst üste,
Toplandı Mehmet Akif’te…
Babasının vefatı,
Bozuldu Akif’in hayatı…
Bir de evleri yanınca;
Ne kaldı okul hayatı,
Ne de huzuru, rahatı…
Artık ne bir sarılacak bir baba,
Ne kalınacak bir ev,
Ne de bir çare vardı,
Dediler baytariye açıldı,
Koştu hemen kayıt yaptırdı…
Baytar iye yatılıydı,
O birincilik için ileri atıldı,
Sonunda veteriner hekimi oldu,
Sahalarda tanınacak,
Hastalara şifa olacaktı…
Akif dolaşıyordu her yanı,
Tedavi ediyordu her hayvanı.
Salgın hastalıklarla mücadele etti.
Yorulduysa da sabretti.
Veterinerlik zor bir meslekti…
Eserleriyle de deva oluyordu,
Aziz milletinin,
Kahraman devletine,
Çünkü vatanını çok seviyor,
Kalıcı çareler arıyordu…
Akif ülkeleri gezerdi: Anadolu, Rumeli,
Arnavutluk, Berlin, Lübnan,
Bazen de Suudi Arabistan,
Çoğu zaman Mısır’da kalırdı,
Orada bir de unvanı vardı…
Edebiyat uzmanıydı
Ve iyi bir araştırmacıydı,
Kur’an okur meal yazar,
Kur’an’ı açıklar, tefsirini yapardı.
Çünkü o hakikatin yolundaydı…
Akif tanınıyordu azar azar,
Ne de olsa araştırmacı ve yazar,
Hem iyi bir din bilgini,
Hem de iyi bir dil mütercimi,
Arapça, Farsça, Fransızca…
Tercümeleri var…
Bir yandan şair, yazar,
Veteriner hekimi,
Edebiyat profesörü,
Burdur milletvekili,
Kısaca Akif bir bilgi birikimi…
Akif evliydi, İsmet Hanım ile
İslâmi bir çizgide,
Hoşgörü ile birlikte,
Mutluydu ailesi ile…
Çocukları vardı yarım düzine;
İbrahim ile Feride, Tahir, Emin ile
Bir de Suat ve Cemile…
Mehmet Akif oldukça mütevazı,
Kur’an’a tam uygun,
ALLÂH(c. c.) ’a bağlı,
Aydın ve de inançlara saygılı,
Vatanı, milleti için faydalı,
Güvenilir, vefakâr bir insandı.
Çünkü o;
Ne bağlanırdı kaderine,
Ne boyun eğerdi kederine,
Ne de taviz verirdi dinine,
Mantıklı bir çözüm ile
Dosdoğru giderdi emeline...
Yıl 1919:
İzmir işgal altında,
Akif vaaz veriyordu,
Vatanının kurtuluşu için,
Milletinin bağımsızlığına…
Ev ev, sokak sokak, cadde cadde,
Türk milleti tek görüş ve tek fikirde,
Halk coşuyor, coşuyor ve coşuyordu.
ALLÂH (c. c.) ALLÂH (c. c.) sesleriyle,
Cephelere koşuyordu…
Akif kısacık ömrüne;
Sayısız eserler sığdırdı gönlüne,
Gazete ve dergide denemeler;
Makaleler, çeviriler, derlemeler,
Şiirler, vaazlar, tefsirler…
Daha neler neler…
Sırat-ı Müstakim denilen;
Sebil- ül-Reşat dergilerinde,
Halk tarafından çok sevilen,
Akif’in şiirleri yayımlanırdı;
Haftanın bütün günlerinde…
Akif’in bütün şiirleri,
“Safahat’ın içinde,
“Gölgeler” ve “Asım”,
“Hakk’ın Sesleri”,
“Süleymaniye Kürsüsünde”…
Ulusal amaçlı bir yarışma açıldı,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
Yarışmaya bir de;
Para ödülü katıldı,
Yüzlerce şiir ayıklandı,
Binlerce müsvedde çöpe atıldı…
Son çare Akif’ti:
Fakat Akif ant içmişti,
Yazmıyordu para karşılığında,
Ama canını bile verecekti,
Vatanı ve milleti uğrunda…
Akif haklıydı.
Bu bir İstiklâl Marşıydı;
Ne alınırdı ne de satılırdı…
Ya ödül kaldırılmalıydı;
Ya da bir vakfa bağışlanmalıydı…
Akif devletini biliyor,
Milletini seviyordu…
Kendine güveniyor
Ve ısrar ediyordu.
Bağışlayacağım, diyordu…
Sonunda İstiklal marşımız,
Yazıldı yüce andımız,
Mehmet Akif Ersoy tarafından,
12 Mart 1921’de;
Alkışlarla;
Büyük Millet meclisinde...
Marşımız hemen bestelendi.
Sevildi ve ezberlendi,
Tüm dünyada benimsendi;
Dünya andımızı tanıdı.
Bu marş canımızdı, kanımızdı.
Elinde Kur’an tefsirleri,
Uğraşıyordu bitirmeye,
Eli varmıyordu…
İsteyenlere…
Tefsirlerini vermeye…
İşte tefsirler diyemiyor;
Belki de bir şeyler gizliyordu...
“Şimdi eksik,
Ben ölünce tamam olur! ” diyor;
Başka da bir söz söylemiyordu...
Akif’i üzdüler,
Mısır’a gönderdiler,
Bir süre Mısır’da kaldı,
Fakat hastalandı,
Öleceğine inandı…
Çok geç kalmıştı,
Hastalık anlaşılıyordu...
Derhal hazırlandı,
Mısır’dan ayrıldı,
Kendisi de biliyordu,
Ölüm yaklaşıyordu…
Vatanına doğru yol aldı.
Çünkü yurt özlemi çekiyordu.
Vatan, millet aşkı ile yanıyordu…
Vatanım vatanım diyordu…
Vatan onun her şeyiydi.
Vatanında ölmeliydi,
Vatanına gömülmeliydi,
Döndü İstanbul’a apar topar.
Kalacaktı Beyoğlu’nda;
Haftalar belki de aylar…
Ne yazık ki;
Mısır Apartmanının bir katında,
1936 yılında vardı,
Hakk’ın huzuruna;
Edirne Kapı Kabristanlığında;
Gömüldü şehit mezarlığına.
(1997)
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK
Mehmet Akif Ersoy 2 Şiiri
1873 Aralık,
İstanbul’un Fatih ilçesinde,
Karagümrük semtinin Sarıgüzel Mahallesi’nde,
Küçük bir köşk içinde,
Ragıyf isminde bir çocuk dünyaya gelmişti…
Annesi Buharalı Emine Şerif Hanım,
Babası Kosova’nın İpek şehrinden,
Fatih Camii medrese hocalarından,
Mehmet Tahir Efendidir…
Bu çocuk Mehmet Akif olacak,
Bağımsızlık marşını yazacak Dünya’ya seslenecekti,
Marşımızla tanınacak ve evrenselleşecekti…
Henüz yaşı dört iken,
Fark atmak için emsallerine,
Başlamıştı tahsil hayatı için,
Fatih Emir Buhari Mahalle Mektebine…
İki yıl sonra, İptidai Mektebi’ne katılmış,
Ardından da Fatih Merkez Rüştiyesi’ ne geçmişti,
Okullarında ki üstün başarılarının yanı sıra,
Ek derslerle de bütünleşiyor,
Hocalarından takviye dersler alıyordu…
Farsça dersleriyle ilgileniyor,
Babasından Arapça öğreniyor,
İlerisi için dil eğitimlerine zemin hazırlıyor,
Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca ağırlıklı,
Dersleriyle yakıdan ilgileniyordu…
İleride ki tercüme eserleri ile
Fikir hayatında tanınacak ve sevilecekti,
Bu hususta, babasından aldığı,
Sürekli dersleri kalıcı hâle getiriyor,
Anladıklarını tekrarlıyor ve aklında tutuyordu…
Bir yandan Kur’an’ı Kerim’i ezberliyor,
Esat Efendi’den de yararlanıyor,
Mesnevi’yi, Hafız Divanı’nı, Gülistan’ı,
Özel hocalarından öğreniyordu...
Akif ‘in boş zamanı olmayacaktı,
Kendisini daima ileriye yetiştirecek,
Âlimlerin desteğini alıp fazlasıyla okuyacak,
Kendisini daima en üstlerde eğitecek…
Rüştiye’yi okul birinciliğiyle yeni bitirmişken,
Tüm dikkatleri üzerinde toplamıştı,
Mekteb-i Mülkiye başlamış,
Yine ilerilere atılmıştı…
Babasının vefatının üzerine,
Fatih yangınında evlerinin de yanmasıyla,
Mülkiye İdadisinin üst bölümünü, yarım bırakmış,
Baş başa kalmıştı sıkıntılı yaşamla…
Artık ne evde danışabileceği muhterem babası,
Ne de bulabileceği bir çaresi kalacaktı,
Babası onun rehberiydi, hocasıydı,
Onu daima takip ediyordu,
O ise babasıyla hâlâ gurur duyuyordu,
Şimdi kimle konuşacak kime yaslanacaktı?
Üstelik maddi bakımdan da durumları zordu,
Babasının sadık bir arkadaşı vardı,
Yanan evlerinin eski arsalarının üzerinde,
Dertleri azalacak şimdilik barınacaklardı,
Yaptırdığı, küçük bir ev ile de olsa,
Parasız, pulsuz yaşayacaklardı...
Çevresindekiler, dediler;
Çocuğu yatılı okula gönderelim.
Baytar Mektebi açılmıştı ama
Kendisi fikir ve din adamı olmak istiyordu…
Fakat okul yatılıydı ve ücretsizdi,
Hayvan hekimi olmayı da hiç düşünmüyordu,
Koştu hemen kayıt yaptırdı,
Ailesinin üstündeki yükü almış,
Ücret ödemeden barınacaktı…
Veteriner hekimi olmak,
Salgın hastalıklarla mücadele etmek,
Hayvanlara şifa dağıtmak Akif’in ilk işi olmamalıydı,
Bu işte çok önemliydi fakat kendileri,
Daha çok fikir ile din ile meşgul olmayı istiyordu,
Yine de fikir hayatından kopmayacak,
Bildiklerini, öğrendiklerini, tekrarlayarak,
Üstüne yeni bilgiler ekleyecekti…
Şimdilik boş zaman bulduğunda,
Spor ile ilgileniyor, uzun yürüyüşler yapıyordu,
Güreş yapıyor, yüzücülük, yarışlarına katılıyor,
Hatta koşma, gülle atma, gibi yarışlarda bile
Akif’i görebilmek akla hayale gelmiyordu…
Yalnız başına bulunduğunda,
Bir yandan Fransızcasını geliştiriyor,
Bir yandan da Kur’an-ı Kerim tekrarlıyordu,
Hafızlığını, dinîni de gündemde tutuyor,
Fakat kendisini edebiyat ile uğraşmalıydı,
Edebiyat Öğretmenliği yapmalıydı,
Şiir ve fikir üzerinde yoğunlaşmalıydı…
Gazete ve dergilere şiir ve makale gönderiyor,
Sonucunu takip ediyordu,
Hazine-i Fünun Dergisinde, yayımlanan gazelleri,
Onu çok mutlu etmiş,
Mektep Mecmuası’ndaki, “Kur’an’a Hitap” adlı şiirleriyle de
Kendisini edebi konularda bulmuş,
Basın hayatı bu şekilde başlamıştı bile…
Akif, eserlerini rahatça yazmalıydı,
Hakk’ı tavsiyeleri okunmalı
Onunla insanlık aydınlanmalıydı…
Kendisi de vatanının, milletinin, uğruna,
Beklenilenden fazlasını yapabilmeli,
Birliğin ve beraberliğin sağlanmasında,
Kalıcı eserleriyle şuur ve seviye geliştirmeliydi…
Akif, Ziraat Bakanlığı’nda bir memurdu,
Yirmi yıl kadar da bu işini sürdürecek,
İlk görevi olan Veteriner Müfettiş Yardımcılığı’yla,
İstanbul’da çalışacak, memuriyetinin ilk dört yılında,
Teftiş için meşgul olacaktı…
Bu yüzden de Rumeli, Anadolu, Arnavutluk, Arabistan,
Gibi devletlerde gönüllü çalışacaktı…
Bu şekilde halkları daha yakından tanıyor,
Onlarla yakın temaslar kuruyordu,
Hem bu esnada da babasının doğum yeri olan,
İpek Kasabası’nı da ziyaret edecek,
Amcaları ile görüşecekti…
Amcaları onun yalnızlığına itiraz edip,
Tophane-i Âmire Veznedarı,
Mehmet Emin Bey’in kızı ile evlendirecekti,
Hem de bu vesile ile
Cemile, Feride, Suat, İbrahim Naim, Emin, Tahir,
Adlı çocukları da olacaktı…
Akif, edebiyata olan ilgisini,
Edebiyat öğretmenliği yaparak, sürdürmek istiyordu.
Resimli gazetede, Servet-i Fünun dergilerinde,
Şiirleri ve yazıları yayımlandıkça da
Mutluluğu kat kat artacaktı…
II. Meşrutiyet ilanıyla Akif,
On bir Arkadaşıyla birlikte,
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuş,
Yayın dünyasına daha kesin adım atmıştı...
Bu yüzden de Sırat-ı Müstakim dergisinin, başyazarı olmuştu,
Hem de Mısırlı din ve bilim adamı, Muhammed Abduh’un;
İslam birliği görüşünü anlamış,
Yayma hazırlıklarına başlamıştı…
Akif, İstanbul camilerinde vatanı için vaazlar veriyor,
Arnavutluk isyanının onu üzmüş olması,
Balkanlar'da artan düşmanlık duygularını, körüklemiş,
Akif’in dikkatlerini o yöne çekmişti,
Doğabilecek isyanları önlemek için,
Kendisini hazır ve kuvvetli hissediyordu…
İki aylığına bir seyahatle,
Mutlaka Mısır ve Medine'ye gitmeliydi,
Döndüğünde de Mısır seyahati hatıralarını,
“El Uksur'da” adlı şiiriyle kitaplarında,
Ülkesinde halkına anlatmalıydı…
Zaten Beyazıt Camisi Kürsüsü’nde,
Fatih Camisi kürsüsünde konuşuyor,
Halkını vatan savunmasında,
Duyarlı olmaya çağırıyordu…
Akif, Balkan Savaşından sonra,
Darülfünun Müderrisliği görevinden çıkacaktı,
Çünkü yayımları hükümetle uygun değil,
Siyasi ve de dini bulunuyordu…
Bu esnada da Harbiye Nezareti’ne bağlı,
Teşkilat-ı Mahsusa’nın teklifi üzerine,
İslam birliği kurma gayesiyle,
Tunuslu Şeyh Salih Şerifle,
Almanya’ya, gitme fırsatı da doğmuştu,
Bu yüzden de hiç boş zaman olamayacaktı…
Almanlara esir düşmüş, Müslüman kamplarında,
İncelemelerde bulunmalı,
Osmanlı düşmanlarını Müslüman esirleri hususnda,
Aydınlatmaya çalışmalıydı…
Bu gaye ile de
Fransız ordusundaki Müslümanlara,
Arapça, Fransızca, bildiriler gönderiliyor,
Cephelere uçaklardan atılması da sağlanıyordu…
Akif’in Arapça ’ya Fransızca ’ya,
Şahsen kendisinin çevirdiği bilgiler ile
Cahil düşünceleri aydınlatıyor,
İslam’ın safımızda birleştiriyordu,
Çünkü aydınlatılan Müslümanlar da
Aynı anda eğitilmeliydiler…
Bu hususta ki tecrübeleri de
Berlin Hatıraları adlı şiirleriyle,
Sebil ür Reşat’ta yayınlanacak,
Eserlerinde de yer alacak,
Vatandaşlarımız da eserlerini okuyup,
Şuur sahibi olacak, ibret alacaktı…
Akif, İstanbul’a döndükten sonra,
Teşkilat-ı Mahsusa tarafından,
Arabistan'a gönderilmişti.
Görevi, bu topraklardaki Arapları,
Osmanlıya karşı kışkırtan,
İngiliz propagandası ile mücadele etmekti,
Çanakkale Destanı’nın, on dört ay süren savaşının,
Zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'da iken almıştı…
Bu haber karşısında büyük coşku duymuş,
Çanakkale Destanı’nı kaleme almıştı...
Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Akif,
“Necid Çölleri’nden Medine'ye” adlı;
Şiirleriyle de bu seyahatlerini anlatacak,
Eserleriyle halkına sunacaktı…
Lübnan’da yaşayan;
Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa’nın,
Daveti ile Lübnan’a giden,
Akif, şeyhülislamlığa bağlı,
Dâr-ül Hikmet-il İslamiye Cemiyeti Başkâtipliğine de atandı,
Amaç Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak,
Dini meseleleri halletmek,
İslâm aleyhindeki, gelişmelere yanıt vermekti...
Bir yandan da, Said Halim Paşa’nın;
“İslamlaşmak” adlı eserini,
Fransızcadan Türkçeye çevirecekti…
Bu dönemde,
Türk halkı Kurtuluş Savaşı’nı,
Başlatarak direnişe geçmişti bile...
Bu harekete katılmak isteyen Akif,
Balıkesir'e giderek, 6 Şubat 1920 günü,
Zağnos Paşa Cami’inde,
Heyecanlı bir hutbe daha verecek,
Halkın beklenmedik ilgisi karşısında da
Daha birçok yerde vereceği hutbeler ile
Konuşmalar yapacaktı…
Ardından da İstanbul'a dönecekti…
Bu arada Sebil ür Reşad idarehanesi,
Millî mücadeleye katılmak için,
Anadolu’ya geçmiş olanlarla,
İstanbul’daki yakınlarının,
Gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti…
Akif’in Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi,
Dâr ül-Hikmet il-İslamiye,
Cemiyeti'ndeki görevlerinden,
Azledilmesine neden olmuştu…
Artık İstanbul'da rahat hareket edemeyecek,
Ayrılması gerekecekti…
Azledilmeden az önce de
Oğlu Emin'i yanına alıp Anadolu’ya geçecek,
Sebil ür Reşad’a Ankara’da çıkarması için,
Mustafa Kemal Paşadan da davetiye gelecekti…
TBMM'nin açılışının ertesi günü,
Ankara'ya varmıştı bile,
Millî mücadeleye, şair, hatip, seyyah, gazeteci,
Siyasetçi olarak katılmış olup,
Ankara'ya varışından bir süre sonra da,
Ailesini de yanına aldırtmıştı…
Ankara’ya geldiği günlerde,
Mustafa Kemal Paşa, Konya Vali Vekili aracıyla,
Burdur Milletvekili seçilmesini sağlamıştı...
Haziran ayında Burdur’dan, temmuz ayında ise Biga’dan,
Mebus seçildiğini duyan;
Akif Burdur Mebusluğunu tercih etmişti...
Böylece vekil olarak, TBMM’de yer almış,
Meclis kayıtlarında da Burdur Milletvekili
Ve İslam şairi olarak adı geçmekteydi…
Ankara'ya varır varmaz da aldığı ilk görev,
Konya ayaklanmasını önlemek,
Halka öğütler vermek üzere, Konya’ya gitmekti,
Konya’da kesin bir sonuca ulaşamamış,
Kastamonu’ya geçmişti...
Halkı düşman direnişine teşvik için,
Kastamonu’daki Nasrullah Camisi’nde,
Verdiği ateşli vaazlar bu sefer Diyarbakır’da basılmış,
Vilayetlere ve cephelere de dağıtılmıştı…
Akif, Anadolu'ya geçerken de
Eşref Edip'e de yanına gelmesini söylemişti…
Eşref Edip, Sebil-ür Reşad Dergisi’nin, klişesini de alıp,
İstanbul'dan ayrılmıştı...
Akif’in Kastamonu'da yayımlayacağı,
Dergisi ilg göreceğinden defalarca basılacak,
Anadolu'nun her yerine ve tüm askerlerimize dağıtılacaktı…
Derginin etkisi o kadar büyüktü ki
Yaydığı yoğun etkili duyguların,
Türk halklarının da etkilenmesinden korkan,
Rusya gibi yakın ülkeler,
Gazetenin ülkelerine girişini yasaklamışlardı...
Yine bir gün Ankara'da, Tacettin Dergâhı’nda;
Akif, Burdur Milletvekili olarak,
Meclisteki görevine devam etmekteydi…
Milli Eğitim Bakanı;
Hamdullah Suphi Bey’in, ricası üzerine,
Arkadaşı Hasan Basri Bey tarafından,
Kendisi ulusal marş yarışmasına,
Katılmaya ikna edilmişti…
Konulan beş yüz liralık ödül nedeniyle de
Başlangıçta katılmayı reddettiğinden,
Yarışma şiirsiz kalmış,
Hiçbir yarışmacının şiiri beğenilmemiş,
Hiç birisi de yeterli bulunmamıştı…
En güzel şiirin Akif tarafından, yazılacağı, düşüncesi de
Gerek halkın içerisinde gerekse mecliste,
Tamamen hâkim bir görüş olmuştu…
Akif’in orduya ithaf ettiği, İstiklal Marşı,17 Şubat günü,
Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye de yayımlanmış,
Hamdullah Suphi Bey tarafından da
Büyük Millet Meclisinde okunup,
Ayakta dinlendikten sonra,
12 Mart 1921 Cumartesi günü,
Ulusal marş olarak kabul edilmişti…
Akif, ödül olarak verilen beş yüz lirayı,
Hilal-i Ahmer bünyesinde,
Kadın ve çocuklara iş öğreten,
Cepheye elbise diken,
Dar-ül Mesai vakfına bağışlamıştı…
İstiklâl madalyası ile ödüllendirilen, Akif, 1923 yılında,
Ankara'dan İstanbul’a, apar topar dönmüş,
Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine de
Kışı geçirmek için Mısır'a gitmişti…
Mısır’da kalacağı bir evi vardı,
Gitmeden önce de, Kur’an’ın,
Türkçe meal ve tefsiri için,
Diyanet İşleri ile anlaşma imzalamıştı…
Bu görevi aslında kendisi reddetmişti,
Fakat o kadar çok ısrarlar edilmişti ki
Sonunda evet demek zorunda kalmıştı…
Bu hususta gönülsüz olduğu da biliniyordu,
Eserlerini yazmak ve düzenlemek için de
Biraz da zamana ihtiyacı vardı…
Akif, Milli mücadele destanını yazmak istiyordu,
Fakat meal ve tefsir işi için de
En uygun kişi olarak görüldüğünden,
Üzerinde yoğun ısrarlar vardı,
Bu yüzden kabul etmek zorunda kalmıştı…
Bir kaç sene boyunca,
Yazdan yaza İstanbul’da
Kıştan kışa da Mısır'da kalmak isteyen Akif,
Türkiye'de gerçekleşen devrimlerin,
Kendi inançlarına ters düşmesi sebebiyle,
Kendisinin devletine aykırı düştüğü,
Aykırı görüldüğü söylentileri yüzünden,
Mısır’dan dönmedi ve Hilvan'a yerleşti…
Burada adeta inzivaya çekilmişti,
Hem bu esnada da Kur’an’ın tercümesi ile ilgili,
Uzun ve de ciddî bir çalışma yapabilirdi,
Bu iş en az altı yedi senesini alacaktı,
Çünkü bu bir Rab’bimizin kitabı Kur’an’dı…
Sonuçtan memnun kalmayacağından,
Bu sorumluluktan kurtulmak istedi,
Mukaveleyi fesh etti…
Diyanet İşleri Başkanlığı,
Tercüme ve yorumlama işini,
Elmalılı Hamdi Efendi’ye verdi.
Akif, kendi yazdıklarını dostu,
Yozgatlı İhsan'a teslim ederken,
“Ölür de gelemezsem yak! ” diye de
Yakılmasını nasihat etti…
Mehmet Akif, Mısır yıllarında,
Kur’an çevirisinin yanı sıra,
Türkçe dersleri de veriyor,
Kahire'deki,“Cami-ül Mısriyye adlı, bir üniversitede,
Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veriyordu…
Siroz hastalığına tutulunca,
Hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle,
Önce Lübnan’a sonra Antakya’ya gitti…
Mısır’a hasta olarak döndü,
17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a tekrar döndü…
27 Aralık 1936 tarihinde,
İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki,
Mısır Apartmanı’nda hayatını kaybetti,
Edirnekapı Mezarlığına gömüldü...
Cenazesine resmi bir katılım olmadıysa da
Büyük bir üniversiteli genç topluluğu,
Akif ‘i yalnız bırakmadı,
Akif ‘in vefatını duyan koştu geldi…
Cenaze namazında;
Yine de büyük bir kalabalık oluşmuştu,
Mezarı iki yıl sonra,
Üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı,
1960’ta yol inşaatı nedeniyle,
Kabri Edirnekapı Şehitliği’ne nakledildi,
Mezarlıkta Süleyman Nazif ve arkadaşı,
Ahmet Naim Beyin arasında yatmaktadır,
Ruhları şad olsun!
ALLÂH(c.c.) rahmet eylesin…
(2002)
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK
Böyle Bir Günde Şiiri
Bu marş çalınınca yüreklere,
Bir zapt edilmez heyecan gelir.
Hatıra zaferler, yiğitlikler,
Kaybolan binlerce insan gelir.
Gökler yarıldı uçaklardan;
Yollara döküldü kız-kızan.
Böyle bir günde yaşamamışsan,
Vatan sevgisi yalan gelir.
Kadrini bilirsen hürriyetin,
Yediğin, içtiğin nimetin;
Bir parçası isen bu milletin,
Bir gün gösterecek zaman gelir.
Almak için elinden hakkını,
Başlar kudurmuşların akını.
Öldürürler çocuğu, kadını;
Dünya gözüne zindan gelir.
Kabarır kabarır taşar hırsın,
Aslanlaşırsın, kartlaşırsın,
Karşına kim çıksa savaşırsın;
Aklına ne cihan, ne can gelir.
Mehmet ÇINARLI
Mehmet ÇINARLI
Bir Dava Adamı Mehmet Akif 4 Şiiri
Rab, diyebiliyorsan hakka ulaşmalısın,
Bir de ölebiliyorsan hak sevdalısısın…
Yoksa anılamazsın vatan denilen yerde,
Özgürlüğümüz kalmaz fikirde, düşüncede…
Bağımsızlığımız için vatan sevgisiyle,
Can vermen gerekecek gönül zenginliğiyle…
Gerek şehit olmakla gerekse gazilikle,
Vatan, namusumuzdur Rabbimin emri ile…
Biz, bu yüzden özgürüz bu yüzden duyarlıyız,
Tüm hainlere inat tek bayrak altındayız…
Dinimiz, namusumuz; yolumuz, hakikattir,
Eğitim, hedefimiz vatan ilelebettir…
Dik duruş içinde birlik bozulmadıkça,
Vatan savunulacak Türklük yok olmadıkça…
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK
Mehmet Tevfik TEMİZTÜRK