Bahar mevsimi, toprak içinde iki tohum yan yana yatıyorlardı. Buğday tohumu yanındaki yulaf tohumuna seslendi:
– Ben köklerimi toprağın derinliklerine salmak, filizimi toprağın üstüne uzatmak istiyorum. Baharın müjdecisi olmak, ileride tomurcuklar açmak ve güneşin sıcaklığını yapraklarım üzerinde hissetmek istiyorum. Rüzgar, yavrusunun başını okşayan baba gibi beni okşasın istiyorum.
Yulaf tohumu korkulu bir sesle:
– Ben korkuyorum. Köklerimi salarsam kurtlar kemirmeye kalkar, filizlerimi toprağın üstüne gönderirsem belki de kuzular beni bekler. En iyisi uygun zamanı beklemek. Hem burada sırtüstü yatmak, bana çok zevkli görünüyor. Elimi sıcak sudan soğuk suya sokmak, yeni bir maceraya sürüklenmek istemiyorum.
Buğday tohumu:
– Yeteneklerimi geliştirmek, başarmak, özgürce gökyüzünü seyretmek istiyorum. Tembellik, miskinlik bana göre değil.
Buğday tohumu, arkadaşıyla yollarını ayırdı. Köklerini toprağın derinliklerine saldı. Filizlerini toprağın üstüne uzattı. Filizleri kısa sürede yaprağa dönüştü. Her sabah güneşle selamlaşmak, kuş sesleriyle tanışmak, rüzgarda sallanmak hoşuna gidiyordu.
Muhteşem bir duyguydu. İyi ki yerinden fırlamış çalışmış ve köklerini salmayı başarmıştı.
Yulaf tohumu, uygun zamanı bekliyordu. Buna tembel tembel yatmak da denebilir. O sırada baharın gelmesiyle toprağı eşeleyen tavuk, gagasıyla yulaf tohumunu buldu ve bir lokmada yutuverdi. Yulaf olmayı göze alamayan tohum gübre oldu.
Gerçek hayatımızda bu hikayelerin aynısını pek çok defa bizzat yaşamış veya çevrenizde görmüşsünüzdür. Sizin seçiminiz hangisi? Buğday olup özgürlüğün, güneşin, rüzgarın, hayatın tadını çıkarmak mı? Yoksa yulaf olup gübre olmak mı?