AFFEDİN BENİ KUŞLAR
Köy çocuğu olmak demek, doğayla iç içe bir hayat yaşamak demektir. Hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, çiçekler, böcekler… Tüm bunlarla oyun arkadaşı gibi olursunuz. Tek başınıza bile kalsanız, hiç canınız sıkılmaz. Dağda, bayırda, akşama kadar hiç yalnızlık hissetmezsiniz.
Benim çocukluğum da böyle geçti. Doğayla iç içe bir çocukluk yaşadım. Çok güzel, unutulmaz hatıralarım oldu. Hatta şimdi her şeye sahip gibi görünen teknoloji çağının çocuklarının benim kadar mutlu bir çocukluk yaşadıklarını düşünmüyorum.
Evet çok güzel çocukluk anılarım var. Bunları sıkılmadan saatlerce anlatabilirim. Ama öyle bir hatıram da var ki onu hiç hatırlamak istemem. Bugün bile, her aklıma geldiğinde içim cız eder.
Şimdi size bu anımı anlatmak istiyorum. Peki, bu hatırlamak istemediğim, mümkün olsa hafızamdan silmek istediğim olayı anlatmak istememin sebebi ne? Tek sebebi var: Bu hikayeyi okuyunca belki siz benim yaptığım hatayı tekrar etmezsiniz. Belki böylece o tatsız hatıra, olumlu bir anlam, bir değer kazanır. Bu sevimsiz hatıra en azından hayırlı bir sonuç doğurmuş olur.
***
İlkbahardı. 8-9 yaşlarındaydım. Her gün öğlen saatlerinde okuldan çıkar çıkmaz dağdaki zeytinliğimize, inek ve koyunlardan oluşan küçük sürümüzü otlatmaya gidiyordum. Sabahtan beri hayvanların başında olan annem, ben gelince hayvanları bana bırakıp köye geri dönüyordu.
Bazen sarmaşık, arapsaçı, tilki kuyruğu, bazen salep kökü (yabani orkide) toplayarak zaman geçiriyordum. Eğer amcalarımın çocuklarından orada olanlar varsa beş taş, üç taş, saklambaç veya dama oynayarak vakit geçiriyordum. Kimse yoksa kayalara çakı veya çivi ile resimler çizerek, ismimi yazarak da oyalandığım oluyordu. O kaya resimleri bugün hâlâ sanki dün çizmişim gibi öylece dururlar. Kovboylar, askerler, silahlar, portreler…
O gün yine okuldan elimde bir hikâye kitabıyla geldim zeytinliğe. Hangi kitap olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama muhtemelen ya Ömer Seyfettin, ya Kemalettin Tuğcu ya da Jules Verne’nin bir hikayesidir. Çünkü o yıllarda en favori yazarlarım onlardı.
Bir zeytin ağacının altında bir miktar kitap okudum. Sonra göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Kısa bir uyku çok iyi gelecekti. Uyumadan önce zeytinlerin arasında otlayan ineklere ve koyunlara son kez baktım. Sıkıntı yoktu, keyifleri yerindeydi.
Sırt üstü yere uzandım. Tatlı bir uyuşukluk tüm vücuduma yayılmıştı. Mis gibi bahar çiçeklerinin kokularını ciğerlerime çekerek tam uyumak üzereydim ki, dalların arasında hareket eden bir şey dikkatimi çekti.
Biraz dikkatli bakınca bunun bir kuş olduğunu anladım. Kuş düzenli aralıklarla ağacın bir dalına konuyor, bir süre oyalandıktan sonra uzaklaşıyordu. Daha önce hiç görmediğim bir kuştu. Siyah ve gri tonlarda bir rengi vardı. Bir serçe büyüklüğünde olan bu zarif kuşun diğer kuşlara göre daha uzun olan kuyruğu hemen dikkat çekiyordu. Kuyruğunu hızlı hızlı bir aşağı bir yukarı hareket ettirip duruyordu. Dikkatle kuşu izlemeye başladım. Bu sırada uykum da tamamen dağılmıştı.
Kuş tekrar gelişinde ağzında bir şeyler taşıdığını fark ettim. Öyle anlaşılıyordu ki bu kuş, dalların arasında bulunan yuvasındaki yavrularına devamlı yiyecek taşıyordu. dersimiz.com
Birkaç dakika sonra kuş tekrar geldi. Ağzında yine yavruları için yiyecekler vardı. Beş – on saniye kalıp tekrar uzaklaştı.
Kuşun yuvasına kadar tırmanmak ve yuvadaki yavruları görmek için dayanılmaz bir istek duydum. Ağaç da üzerine tırmanmamı kolaylaştıracak bir yapıdaydı. Belim kalınlığında olan gövdesi yana doğru eğilmişti. Namazda rükûa gitmiş bir adama benziyordu. Bu yüzden ağaca tırmanmak çok kolay olacaktı. Kuş yavrularını yakından görmek o an müthiş bir fikir gibi gelmişti.
Ayakkabılarımı çıkardım. Dikkatli bir şekilde ağaca tırmanmaya başladım. Dalların arasına iyice sokuldum. Kuş yuvasını rahatça görebiliyordum artık. Bu sırada anne kuş tekrar geri dönmüştü. Anne kuşun bu sefer yalnız olmadığını fark ettim. Yanında bir kuş daha vardı. İkisi birlikte adeta beni gagalamak istermişçesine başımın hemen üzerinde çırpınıp duruyorlardı.
Yılanlar ağaçlara tırmanarak kuş yumurtalarını ve yavrularını sık sık yerler. Anne kuşlarda bu trajik manzara karşısında yılanları korkutmak için çırpınıp dururlar. Yılanı gagalayarak korkutmaya, kaçırmaya çalışırlar. Şimdi de yılan sanki ben olmuştum ve anne ve baba kuş aynı şekilde beni korkutup kaçırmaya çalışıyordu. Bu sırada yuvadaki yavrular da annelerinin sesini duydukları için olsa gerek hep bir ağızdan cıvıldaşmaya başladılar.
“Buraya kadar çıkmışken yavruları görmeden inmek olmaz” diye düşündüm. Son bir hamle ile yuvanın kenarına kadar yaklaştım. Onları görebiliyordum. Dört tane yavru vardı. Artık neredeyse uçacak büyüklüğe gelmişleri. Gagalarının kenarı hala sarı sarıydı. Dördü birden başlarını yukarıya kaldırmış ve ağızlarını açmış bir şekilde annelerinin getireceği yiyecekleri bekliyorlardı.
İşte ne olduysa o anda oldu. Bir an ayağım kaydı ve düşmemek için can havliyle kuş yuvasının üzerinde bulunduğu dala tutundum. Benim dala tutunmamla oluşan sarsıntıdan korkan yavrular bir anda yuvadan çıkıp etrafa kaçıştılar. Hepsi de ağaçtan aşağıya düştüler.
Bir an ne yapacağımı bilemedim. Öylece kalakaldım. Bu sırada anne ve baba kuş da başımın üzerinde acı çığlıklarla dönüp duruyorlardı. Ağlamaya başladım. Kalbim güm güm atıyordu. Müthiş bir suçluluk duyuyordum. Sebep olduğum durum affedilir gibi değildi. Yaptıklarıma kendim bile inanamıyordum.
İçimden “Allah’ım yardım et, Allah’ım yardım et…” diye durmadan dua ediyordum.
Hemen ağaçtan aşağıya indim. Niyetim yavruları bulup yuvaya geri koymaktı. Fakat bu hiç de kolay almayacaktı. Çünkü kuşlar tam olarak ağacın altına düşmemişlerdi. Biraz uçabildikleri için her biri farklı bir yöne dağılmıştı. Baharla birlikte büyüyen otlar, çalılar her yeri kapladığı için hiçbiri görünürlerde yoktu. Uzun aramalardan sonra yavrulardan sadece bir tanesini bulabildim.
“Bari onu yuvaya bırakayım. En azından yuva boş kalmamış olur” diye düşünerek tekrar ağaca tırmandım. Dikkatlice yavruyu yuvaya bıraktım. Sonra yavaşça elimi çektim. Fakat o da ne? Elimi çekmemle birlikte yavru kuş tekrar kendini aşağıya atmaz mı?
Biraz önce için için ağlarken artık bağıra bağıra ağlamaya başlamıştım. Hemen aşağıya indim. Her yeri didik didik aramama rağmen hiçbir yavruyu bulamadım. Muhtemelen çok korkmuşlardı ve bir kenarda saklanarak annelerini bekliyorlardı.
O gün akşama kadar yavruları aradım. Ama nafile. Sanki yer yarılmış da yerin dibine girmişlerdi.
Nihayet ümidimi kaybettim. Gitme vaktim de gelmişti. Gözlerim yaşlı, boynum bükük bir halde evin yolunu tuttum. Kimseye bir şey anlatmadım. Çünkü yaşadıklarımdan dolayı o kadar utanıyor ve pişmanlık duyuyordum ki, kimseyle konuşmak istemiyordum.
O akşam yemeğimi yer yemez erkenden yattım. Bu durumda her şeyi yoluna koyabilecek tek kişiye yani Allah’a dua etmek istiyordum. Allah’tan, önce beni affetmesini diledim. Sonra da anne kuşun, baba kuşun ve tabiî ki yavruların beni affetmesini diledim. Anne kuşun yavrularını bulmasını diledim. Yavruların bir şekilde hayatta kalmalarını diledim.
İşte o günden sonra kuşlara karşı kendimi hep suçlu ve borçlu hissettim. Siz siz olun sakın kuşlara zarar vermeyin. Hatta hiçbir canlıya zarar vermeyin. Çünkü onların da duyguları var, aileleri var! Çünkü onların da bizler gibi canları var! Onlarda bizim gibi seviniyorlar, üzülüyorlar ve korkuyorlar!
Yıllar sonra hala o günkü aptalca davranışımın vicdan azabını duyuyorum.
Ve bir faydası olur mu bilmem ama sizlerden tekrar tekrar özür diliyorum kuşlar.
Lütfen, beni affedin beni kuşlar!
ALİ TUTKUN