Bu yaşlılıkta onca yolu yürümek bir hayli zordu ama yine de çocuklara beni sokağın başında bırakmaları için ısrar etmiştim. Yine eskisi gibi bu yollarda koşmak ve o çocukluk yıllarında ki gibi canımın istediğini yapmak isterdim. Ama gelin görün ki ne ben o küçük haylaz çocuktum ne de tüm o haylazlıkları yapacak haldeydim. Üstelik onca yıl sonra yeniden buraya geliyordum ve tüm o yaşanılan geçmiş günleri yeniden bir başına yaşamak istiyordum. Onca ısrardan sonra çocuklara adresi bulmalarını istemiştim malum bu yaşta adresi hatırlamakta zorlanıyorum. O malum günden sonra kalıp burada yaşamak öylesine zor gelmişti ki bana, hafızam adeta oraya ait olan her şeyi silivermişti. Çocuklar arabaya binip uzaklaştıktan sonra durup bir müddet arkalarından baktım. Sonra da hafızamın bana el verdiği kadarı ile sokak boyunca ilerledim. Hemen ileride dar bir yol vardı, yolun kenarında ise uzun taş duvarlardan oluşan bahçeli evler vardı. Hafızamı biraz yokladım ama bizim sokak burası değildi belki de hatırlamak istediğim tek yer bizim sokaktı. Bir süre daha bu evlerin arasından yürüdükten sonra nihayet bizim sokağın başına gelmiştim ama her şey bana o kadar yabancıydı ki sanki burası daha önce yaşadığım o mahalle değil gibiydi. Ben çocukken hemen sokağın başında küçük bir bakkal vardı, şu an yerini büyük bir mağaza almıştı. Bu değişim beni üzmüştü yanından geçip yoluma devam ettim. Ben ilerledikçe karşıma yüksek apartmanlar çıkmaya başladı. Eskiden buralarda hep müstakil evler olurdu bir değişim daha. “Tamam, olsun.” deyip yoluma devam ettim. Biraz sonra çocukluğumu geçirdiğim evin sokağına varacaktım. Bir an için durdum. Gerçekten o eve gitmek, orayı görmek istiyor muydum? Bunu bilmiyordum ama yine de yoluma devam ettim. İlerledikçe kalbim yerinden çıkacakmışçasına atmaya başladı. Küçük bir çocuk gibi heyecanlanmıştım. Bu yaşta fazla heyecan yapmak iyi olmasa gerek. Ağır adımlar ile sokakta ilerliyordum. Adımlarımı biraz daha hızlandırdığımda nefes nefese kaldığımı hissediyordum. Durup köşede ki kaldırım taşlarının üzerine oturdum. Artık küçük bir çocuğun çevikliğine sahip değildim neyime güvenipte bu kadar hızlı olmaya çalışıyordum sanki. Birkaç dakikalık dinlenmenin arkasından ayağa kalkıp kaldığım yerden yoluma devam ettim. İşte karşı da bizim evin olduğu alan vardı ama bizim evden geriye en ufak bir iz bile kalmamıştı. Her yer olduğu gibi burası da büyük binalar ile kaplanmıştı. O an istemsizce gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Sanki çocukluğum yok olup gitmiş gibi hissettim. O evi görmeye hazır değildim ama bu manzarayı görmeyi de beklemiyordum en azından küçük bir parça dahi olsa bana yeterdi. Şimdi o günlerden geriye sadece anılarımda yarım yamalak canlandırdığım hatıralar kalmıştı. Evden geriye bir şey kalmamıştı belki ama bir umut o sokağın sonunda ki meyve ağaçlı bahçe duruyordu diye yönümü oraya çevirdim. Gözümden akan son birkaç damla yaşı da sildikten sonra yürümeye devam ettim. Bugün benim için epey zor geçecek gibi görünüyordu. Sokağın sonuna geldiğimde bir hayal kırıklığı ile daha karşılaşmıştım. Meyve bahçesinin yerinde de yel esiyordu. Küçükken gelip bu bahçeden gizlice meyveler aşırırdım sonra da bahçenin sahibi yaşlı adam gelip de beni yakalamasın diye kaç kez bir yerlerimi yaralamıştım. Çocukluk işte. Yeniden yoluma devam ederken gözlerimde bana eşlik ediyordu. Onca zaman sonra buraya gelip de buraları böyle görmek beni hüsrana uğratmıştı. Şimdi de Hasan’ ların evin olduğu sokağa doğru ilerledim. O gün benim hayatımın dönüm noktasıydı adeta. Hasan ve Fikret biz iki dost, belki de çocukluğumun tek arkadaşı tek dostum. Sokağa geldiğimde o büyük heybetli ceviz ağacını görmeyi hayal ediyordum. Durup altında biraz oturmak ve o eski günleri yâd etmek istiyordum. Zaten Hasan’ ların evi de hemen parkın az ötesinde kalıyordu. Yeniden bir heyecanla sokağa vardığımda yine bir hayal kırıklığı tüm bedenimi sarmıştı. Orta da ne park vardı ne de Hasan’ ların evi, geriye sadece birkaç bina ve dükkânlar kalmıştı. Yine içimde bir hüzünle yoluma devam ettim. Onca yıl sonra cesaretimi toparlayıp gelmeye karar verdikten sonra gördüğüm manzaranın bu olması beni üzmüştü ama buna şaşırmış olmak hataydı belki de sanki ben aynı mı kalmıştım ki değişen her şeye karşın sitem ediyordum. Pes edip sokağı döndüğümde şaşırtıcı şekilde karşı da bir park gördüm. Bizim eski park kadar olmasa da buralarda bir park görmek ufak da olsa beni mutlu etmişti. Parkta bizim ki gibi heybetli ceviz ağacı yoktu ama bu da bana yeterdi. Gidip parkın en köşe noktasında duran iki akasya ağacının arasında ki ahşap, rengi biraz solmuş olan bir banka oturdum. Dönüp kolumda ki saate baktığımda geldiğimden bu yana yaklaşık iki saat geçtiğini fark ettim. Ne de çabuk geçmişti. Sonra durup parkı izlemeye koyuldum. Ortada ki oyun alanında birkaç çocuk oyun oynuyordu. Az ileride de birkaç anne oturmuş bir yandan sohbet ediyor, diğer yandan da çocuklarını kontrol ediyorlardı. Diğer tarafta da gençler oturmuş ellerinde ki telefonlara bakıyorlardı. Tebessüm edip etrafı izlemeye devam ederken gözüme bir çocuk ilişti bağırarak kaçıyordu. Sebebini anlamak için baktığımda arkasından yavru bir köpeğin peşinden koştuğunu gördüm. Bu manzara karşısında istemsiz kendi çocukluğuma gittim.
YILLAR ÖNCESİNE….
Sokağın sonuna dek koşmuş, nihayet meyve ağaçlarıyla dolu bahçeye ulaşmıştım. Bahçenin sahibi yaşlı amca idi. Çocukların bahçesine girmesinden hiç hoşlanmazdı. Sanırım bu da bana daha cazip geliyordu. Hızla bahçenin arkasını dolaşıp taş duvara tırmandıktan sonra duvara dalları uzanmış olan kayısı ağacına geçtim. Ağaçta ki kayısılar öylesine lezzetli görünüyordu ki hemen daldan birkaç tane koparıp ağzıma attım. Sonrasında ise yaşlı adam gelipte beni yakalamasın diye hızla ceplerime doldurdum. Eğer yakalarsa beni yine azarlar babama söylerdi. Yeniden geldiğim yoldan duvara geçip yola atlamak için harekete geçtiğim esnada ağacın altında bir köpeğin kızgın kızgın bana baktığını gördüm. Köpeğin o kızgın bakışları karşısında ne yapacağımı bilemez bir halde ağacın üzerinde dona kaldım. Bu bekleyiş birkaç dakika sürmüştü. O sırada yaşlı adam da köpeğin sesini duymuş olacak ki bir hışımla evden dışarı çıktı. Bir yanda köpek diğer yanda ise yaşlı adamı görmek korkumu iki katına çıkarmıştı. Sonra bana aniden bir cesaret gelmiş gibi kendimi bir anda taş duvarın üzerine attım. Ayaklarım yere değdiğinde hala titriyordum. Artık aklımda ne meyveler vardı ne de o lezzetli kayısıların tadı. Düşündüğüm tek şey bir an evvel oradan kaçıp uzaklaşmaktı ama bu düşüncem çokta uzun sürmedi. Korkumu yatıştırmak için durduğum o birkaç saniye de az önce bana kızgın bakışlar atan köpeği az ötemde gördüğümde hızla oturduğum yerden ayaklanıp koşmaya başladım. Ben önde köpek arkamda bana göre oldukça uzun geçen bir sürenin arkasından, aşağı sokakta ki büyük, oyun oynadığımız boş arazide ki o büyük ceviz ağacına nasıl tırmandım anlatamam. Durup bir süre ağaçtan aşağıya baktığımda köpeğin orada olduğunu gördüm. Bir süre ağaçta kalmanın benim için daha iyi olacağını düşünüp olduğum yerde kaldım.
İşte o sırada görmüştüm Hasan’ ı. O zamanlar onu daha tanımıyordum. Ben ağaçta iken arazinin karşı tarafında ki evlerden birinin önünde güzel kırmızı bir araba durmuştu. Ne de güzel bir arabaydı o. Bizim hiç arabamız olmamıştı. Dalmış arabayı izlerken o sırada köpek bana havlıyordu.
“Git artık buradan.” Ayağımı sallayarak onu uzaklaştırmaya çalışıyordum ama nafile bir türlü gitmiyordu. O esnada aklım hala o arabadaydı. Dönüp baktığımda arabadan orta yaşlarda bir kadın ve bir adam indi. İkisinin kıyafetleri de çok güzeldi. Adam durup arka kapıyı açtığında içinde benim yaşlarımda bir çocuk çıktı. İşte bu Hasan’ ı ilk gördüğüm gündü. Adam çocuğu kucaklayıp hemen yanlarında ki evden içeri girmek istedi ama çocuk babasına biraz hava almak istediğini söyleyip kaldırım taşlarının üzerine oturdu. Bir an için o çocuğun yerinde olmayı hayal etmiştim, ne güzel bir ailesi vardı. “Şanslı bir çocuk” Diye geçiriyordum içimden. Daldığım hayallerden beni babamın sesi çıkarmıştı. “Fikreettt, yine neredesin? çık hemen ortaya. Ben sana bir daha o bahçeye girmeyeceksin demedim mi?” babamın sesi beni ürkütmüştü. Aniden hareket edip ağaçtan inmeye yeltendiğimde birden ayağım takılıp yere kapaklandım. Sanırım ayağımı burkmuştum. Duyduğum acı ile bir an da istemsiz bir çığlık atıp olduğum yerde kıvranmaya başladım. Bileğim o kadar acımıştı ki çevremde olup biten den habersizdim. O an da bir elin bana uzandığını gördüm. Başımı kaldırıp baktığımda karşımda ki kişinin az önce arabadan inen çocuk olduğunu gördüm.
“İyi misin? Sana yardım edeyim.”
Karşımda onu görünce birden sinirlenmiştim. “İyiyim kendim kalkarım.” Dedim. Neden bilmiyorum ama ona karşı istemsiz bir kızgınlığım vardı. Kabul etmemiştim ama sanırım onu kıskanıyordum. Daha doğrusu onun sahip olduklarını kıskanıyordum.
“Tanışalım mı? Benim adım Hasan, buraya bugün geldik.”
“Bana ne.” Biraz da canımın acısı ile ona çıkışmıştım.
“Tamam, sen kendini iyi hissedince tanışırız o halde.” Bu ısrar da neydi böyle neden benimle tanışmak istiyordu ki sanki? Ben onunla konuşmak bile istemiyordum.”Ama ben seninle tanışmak falan istemiyorum.” Dedim. Bir yandan da ayağımı avucumun arasına almış acıyla zıplıyordum.”Sana yardım edeyim o zaman.” Hala bana yardım etmek konusunda ısrarlarına devam ettiğinde bu durumdan sıkılmıştım artık. Onu bir an da bir elimle itip yere düşürdüğümde bir şey demeden yerden kalkıp geldiği yöne doğru ilerledi. Bir an içim de bir suçluluk duygusu hissetmiştim. Gidip özür dilemek için arkamı döndüğüm esnada bir an da kulağım da bir acı hissettim. Başımı çevirip baktığım da acının sebebinin babam olduğunu anlamıştım. “Neredesin sen? San bir daha o adamın bahçesine girmeyeceksin demedim mi ben? Yürü eve gidiyorsun.” Babam beni peşinde sürüklerken ayağım daha çok acımıştı. O an arkamı dönüp baktığımda, az önceki çocuğun bana baktığını gördüm. Öylesine utanmıştım ki, aslında bu benim için olağan bir durumdu. Ben yaramazlık yapardım babam da gelip beni sürükleyerek eve götürürdü gerisi malumunuz. Ama bu kez içimde tuhaf bir his vardı adının Hasan olduğunu öğrendiğim bu çocuğun karşısında babamın beni o şekilde sürükleyip götürmesi benim utanmama sebebiyet vermişti. Bu yüzden babama durmadan beni bırakmasını söylüyordum ama nafile o durup bir kez olsun bile yüzüme dahi bakmıyordu. Dakikalar sonra bahçe kapısından içeri girdiğimizde beni yere itmiş burnumu yerdeki bir taş parçasına çarpmıştım. Bu yüzden de burnum kanamaya başlamıştı.
“Bir daha o bahçeye gitmeyeceksin anladın mı?” dediğinde yapabildiğim tek şey başımı sallamak olmuştu. Daha sonra bir hışımla bahçeden dışarı çıkmış ve bahçe kapısını hızla çarpmıştı. Ben ise bir yanda bileğimin acısı diğer yanda burnumun kanıyor olmasının verdiği acı ile ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. O sırada beni gören babaannem olabileceği en hızlı haliyle yanıma gelmişti. Babam ve babaannemle birlikte yaşıyorduk. Annemi birkaç sene önce kaybetmiştik. O günden sonra da benimle babaannem ilgilenir olmuştu.
“Ah yavrum yine mi o bahçeye girdin? Babanı yine kızdırmışsın.”
“Babaanne bileğim çok acıyor. Köpekten kaçıp ağaca çıkmıştım. Babamın sessini duyunca birden düşüp burktum.”
“Dur yavrum ağlama şimdi ben onun acısını dindiririm. Senin sevdiğin yemeklerden de yaparım yarına bir şeyciğin kalmaz.” Deyip bana sarıldığında bir an için acılarımı hissetmez oldum. Babamın aksine babaannem, o bana karşı hep yumuşak olmuştur. O gün babaannem ayağıma iyileşmesi için bilmediğim bir şeyler hazırlayıp koydu, ertesi sabah uyandığımda ayağımda ağrıdan eser yok gibiydi. Artık yeniden çıkıp sokakta oynayabilirdim. Hemen yataktan fırlayıp bahçeye koştum.
“Oğlum dur nereye gidiyorsun?” Bu babaannemin sesiydi. “Ayağım bugün daha iyi babaanne gidip biraz oynayacağım.”
“Kahvaltı etmeden mi gideceksin? Gel önce bir şeyler yeseydin. Gel bak en azından sana ekmek arası bir şeyler yapayım.” Başımı olumlu anlamda sallayıp evin bahçesinde bulunan küçük çardağa gidip oturdum. Çardak büyük bir ıhlamur ağacının altında bulunuyordu. Yaz mevsiminde olduğumuz için yapraklarıyla çardağı gölge de bırakıyordu. Az sonra babaannem elinde ekmek arası peynirle yanıma geldi. “Al yavrum bunu.” Ekmeği alıp hızla bahçe kapısından koşarak çıkarken babaannem dikkatli olmam için nasihatlerde bulunuyordu. Ama dünkü olay beni akıllandırmıştı. En azından bir süre o bahçeye gitmeyi düşünmüyordum. Hızla dün gittiğim oyun alanına koşmaya devam ettim. Giderken az ötemde o bahçe vardı ama şu an bunun sırası değildi. Yoluma devam edip oyun alanına geldiğimde çocuklar futbol oynuyorlardı. Hızla yanlarına gidip benimde onlarla oynamak istediğimi söyledim.
“Ben de oynamak istiyorum.”
“Olmaz takımlarımız tam. Biraz bekle sonra girersin.”
“Tamam, öyle olsun.” Köşedeki ceviz ağacının altına geçip onların oyunlarını bitirmesini bekledim ama sanki oyun bitmiyor gibiydi beklemekten sıkılmıştım artık.
“Oyun ne zaman bitecek? Ben de girmek istiyorum artık.”
“Bekle az daha bekle biter birazdan.” Yeniden köşeme geçip oturmaya devam ettim. Az sonra top kaçıp yolun diğer tarafına geçmişti.
“Fikret, topu getirsene.”
“Ama topu ben atmadım ki.”
“Bak getirirsen seni de oyuna alırız.”
“Tamam.” Zaten oturmaktan çok sıkılmıştım. Topu almak için yolun karşı tarafına gittiğimde şansıma yaşlı adam karşıma çıkmıştı. Bir an da yine kulağımda derin bir acı hissetmiştim.
“Bırak kulağım acıyor. Bırak.”
“Sana bir daha benim bahçeme girme demedim mi? Çek şimdi cezanı.” Kulağımı adamın elinden kurtarmaya çalışırken o sırada yardım etmesi için diğer çocuklardan yardım istiyordum. “Yardım edin. Bırak beni.” Ama onlar sadece bana bakıp gülüyorlardı. Yine başım belaya girmişti ama bu kez sadece kaçan bir topun peşine gitmiştim hepsi buydu. Bir yan da adam hala bana tehditler savuruyor diğer yan da ise çocuklar bana gülmeye devam ediyordu. Yine çok utanmıştım. O esnada bir ses duydum. “Amca bırak onu. Bırak dedim.”
“Sen karışma çocuk. İşine bak.”
“Seni babama söylerim bırak onu. Sonra seni şikayet eder.” Adam bir an durup kulağımı bıraktığında karşımda ki sesin sahibine baktım. Bu dün gördüğüm çocuktu. İşte bir kez daha utanmıştım. Ona sinirle bakıp yerdeki topu aldım ve bir hışımla çocukların üzerine attım.
“Ne yapıyorsun sen?”
“Hiç de komik değildi.” Diye bağırdığımda çocuklar birden üzerime koştular. Kıpırdamadan olduğum yerde kaldım. Sonra birden üzerime atladılar. Bir yandan bana vuruyor diğer yandan da dalga geçiyorlardı. Kendimi koruyamadığım için daha çok sinirlenmiştim. Birkaç tekmede ben onlara savurdum ama yalnızdım bu yüzden onların karşısında şansım yoktu. Arkadan yine bir ses duydum.
“Anneeeee yardım et, arkadaşımı dövüyorlar.” O an da tüm çocukların dağıldığını gördüm. Canımın acısı ile ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O sırada zayıf, orta boylu, kumral dalgalı saçlı bir kadın bana doğru geldi. Bu da dün gördüğüm kadın, Hasan’ ın annesiydi.
“Ah çocuğum ne yaptılar sana böyle. Hasan siz durun burada ben evden yaralar için bir şeyler alıp geleyim.” Kadın gittiğinde boş boş yere bakmaya devam ettim.
“İyi misin? Canın çok acıyor mu?”
“Sana ne. Sen benim arkadaşım değilsin neden bana yardım ediyorsun?”
“Sadece seninle arkadaş olmak istiyorum. Benim burada hiç arkadaşım yok.”
“Ama ben seninle arkadaş olmak istemiyorum. Eve gidiyorum ben.” Hasan’ ı orada bırakıp hızla eve koştum. Koşarken gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Hasan’ ın yanında ağlamak istemiyordum hatta hiç kimsenin yanında böyle durumlara düşüp ağlamak istemiyordum. O an da anlamıyordum ama Hasan’ ın bana yaptığı çok büyük bir iyilikti. Sadece tanımadığım bir insanın bana böyle yardım etmesi anlamsız geliyordu. Arkadaş sandığım, daha doğrusu arkadaş olmaya çalıştığım insanlar bile bana karşı çok kabaydı. O ise benimle arkadaş olmaya çalışıyordu. Hızla bahçe kapısından girdiğimde babaannemin bu halimi görmemesi için evin arkasında ki çeşmeye koştum. Soğuk su ile yüzümü yıkarken ağlamaya devam ediyordum. Sonra da babaanneme fark ettirmeden koşarak divanın üzerine uzandım. Evimiz küçük olduğu için bana ait bir oda yoktu ben de bahçede ki divana uzandım. O an kendimi güvende hissediyordum. Birkaç gün sonra yeniden ceviz ağacına doğru ilerledim. Bu kez çocuklarla oynamayı düşünmüyordum. Onlar benimle dalga geçip bana vuruyorlardı. Sadece ceviz ağacına tırmanıp öylece hayallere dalmak istiyordum. Ağaca çıktığımda dikkatimi yine o kırmızı araba çekti. Ne de güzel görünüyordu.
“Ona binmek ister misin?”
“Ne? Sen nereden çıktın yine?” Hasan’ ı bir an da karşımda görünce küçük çaplı bir şaşkınlık yaşamıştım.
“Ben hep buradayım. O bizim arabamız istersen babam bizi onunla gezdirebilir.” Biraz düşündüm sonra yine sinirlendim. Neden sürekli yanıma gelip duruyordu ki sanki? Ben onunla konuşmak, arkadaş olmak istemiyordum. Ama o her defasında benim yanıma geliyordu.
“Hayır, binmek istemiyorum. Hem gezince ne olacak ki? Çok saçma.”
“Tamam, öyle olsun. Başka sefer gezeriz biz de.” Sonra ağaca tırmanmaya çalıştı.
“Ne yapıyorsun? Görmüyor musun ben oturuyorum burada ayrıca yalnız kalmak istiyorum.”
“Ben de merak ediyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.”
“Olmaz gelme.”
“Yardım etsene.” Onun yanıma oturmasını istemiyordum. Gelmesin diye onu iteklediğimde bir an da yere düştü. Burnunu tuttuğunu gördüğümde endişelenmiştim. Hemen koşup aşağıya indim.
“Sana gelmemeni söylemiştim. İyi misin?”
“İyiyim sorun değil. Neyse ben eve gideyim.” Cebimde duran babaannemin sabah verdiği mendili çıkarıp ona uzattım. “Al bununla burnunu sil.” Elimden alıp kanayan burnunu silerken, “Teşekkür ederim. Benim biraz eve gidip dinlenmem lazım. Sonra görüşürüz.” Bu garip gelmişti bana. “Azıcık burnun kanadı diye eve gidip yatacak mısın? Ohooo benim çok kanadı burnum. Sen de çok dayanıksız çıktın.” O ise sadece gülümseyip evine gitti. Daha sonra ona bunları söylediğim için çok pişman olacaktım. Aradan yeniden günler geçtiğinde merak edip yeniden oyun alanına gittim. Ama bu kez Hasan ortalarda yoktu. Bu ilginçti ne zaman beni görse koşup geliyordu ama bugün yoktu. Durup birkaç saat orada bekledim. Akşamüzeri olduğunda ceviz ağacında oturuyordum. O sırada sokakta kırmızı araba göründü. Bekleyip içinden inenleri gözledim. Babası arabadan inip Hasan’ ı kucağına aldı. Ne iyi bir babası vardı her seferinde onu kucağına alıp arabadan indiriyordu. Hızla ağaçtan inip ona doğru gittim.
“Hasan, Bugün yoktun.” Dedim sadece. O ise beni görünce babasının kucağından inip bana geldi.
“Evet, biraz işimiz vardı burada değildim. İyi o zaman ben gideyim.” Sonra arkasından babası bana bakıp, “Akşam yemeği yiyecektik sen de gel istersen. Adın neydi?”
“Fikret benim adım. Ama gelemem babam kızar sonra.”
“Ben babana söylerim. Gel haydi.” Hasan’ a bakıp başımı olumlu anlamda salladım. Dört katlı binadan içeri girdiğimizde üçüncü kata çıkıp, karşıda ki kapıdan içeri girdik. Küçük bir koridoru geçtikten sonra salona vardık. Birkaç koltuk ve hemen karşıda da siyah beyaz bir televizyon vardı. Ben daha önce bir iki kez komşumuzun evinde görmüştüm. Koltuklardan birine geçip oturduğumda Hasan kolumu çekiştirip, “Gel masa hazır olana dek odama gidelim.” Başımı sallayıp onun peşinden gittim. Dörtgen çok da büyük olmayan bir odaydı. Az ileri de pencerenin yanında bir yatak karşı da küçük bir elbise dolabı vardı. Az ileride de bir sepet dolusu oyuncak vardı. Benim bırak oyuncağı bana ait küçük bir odam bile yoktu. Hasan çok şanslı olmalıydı. Bir süre durup sadece oyuncaklara ve odaya baktım. Sonra Hasan bana çıkarıp oyuncaklarından birisini verdi. O küçük kırmızı bir arabaydı. “Al bu senin olsun.” Buna şaşırmıştım. “Olmaz istemem.” Dedim. Aslında içten içe istiyordum ama alamazdım işte. O sırada annesi gelip yemeğe gelmemizi söyledi. Beraber yemek yerken onların ne kadar güzel bir aile olduklarını gördüm. Ne kadar da mutlulardı. Yemekten sonra Hasan ve babası beni eve kadar bıraktılar. Hava epey kararmıştı. Kim bilir şimdi babam ne kadar da kızacaktı. Bahçeye geldiğimizde babamın sesini duyabiliyordum.
“Yine nerede bu çocuk?” sesi oldukça kızgındı. “Şeyy siz gidebilirsiniz artık.” “Olur mu? Babanla konuşalım gideriz.” Bahçe kapısından girdiğimde babam bir hışımla yanıma koştu. “Neredesin sen bu saate kadar?” Deyip kulağıma sarıldığında Hasan’ ın babası engel oldu. “Durun sakin olun. Fikret, Hasan’ ın arkadaşı. Yemek yedik sadece ben ısrar ettim.” Babam sakin durup onların gitmesini bekledikten sonra yeniden bana dönüp, “Bir daha o eve gittiğini görmeyeceğim, vaktinde evde ol bir daha.” Babam karşısında yapacağım hiçbir şey yoktu. O gidip yatağına yattığında ben de bahçede ki divana uzanıp gökyüzünü izliyordum. Şu an da Hasan’ ın yerinde olmayı öylesine isterdim ki anlatamam. Babam o gün hem Hasan’ lara hem de o oyun alanına gitmemi yasaklamıştı. Evde kalıp babaanneme yardımcı olmamı istiyordu. Ben ise birkaç gün evde kalmaktan sıkılmış dışarı çıkmayı istiyordum. Ama babamın beni yeniden azarlamasından da korkuyordum. Arkada küçük bir bahçemiz vardı babaannem her yıl oraya birkaç sebze ekerdi. Şimdi ona yardım ediyordum. O esnada bahçe kapısına vurulduğunu işittim. Babaanneme bakacağımı söyleyip hızla kapıya koştum. Demir kapıyı açtığımda karşımda Hasan’ ı gördüm. “Hasan sen burada ne arıyorsun?” , “Seni merak ettim Fikret. Birkaç gündür oyun alanına gelmedin.” “Buraya nasıl geldin?”, “Babam bıraktı. Gelebilir miyim?”
“Olmaz babam birazdan gelir. Seni burada görürse kızar.” “Tamam, biraz kalıp baban dönmeden giderim.” “Olmaz dedim Hasan.”Sonra cebinden bir şey çıkarıp bana uzattı. Bu o gün bana vermek istediği küçük kırmızı araba idi. “O halde bunu al. O gün evde unuttun.” “Teşekkür ederim ama alamam. Babam izin vermez.” “Saklarsın sen de.”Arabayı bana uzatıp giderken içimde tuhaf bir his vardı. Hasan benim ilk arkadaşımdı. Arkasından durmasını söyleyip onu eve çağırdım. “Hasan dur gitme. Babaannem kek ve limonata yaptı. Tadı çok güzeldir istersen sen de gelip yiyebilirsin.” “Olur.” Dediğinde birlikte bahçe kapısından içeri girdik. Babaanneme Hasan’ ı tanıştırdım. “Hoş geldin kuzum. Siz şöyle oturun size kekle limonata getireyim.” Babaannem giderken arkasından bakıp Hasan’ a döndüm. “Babaannen çok iyi birisi.” “evet öyledir. Annem gibidir o.” Sanırım artık Hasan’ ı arkadaşım olarak görüyordum. O diğer çocuklar gibi değildi. Daha beni tanımadan benimle arkadaş olmuştu. Başlangıçta ona çok kızmıştım ama şu an anlıyorum ki en iyi arkadaşım Hasan olabilirdi. Hatta tek iyi arkadaşım. Bir süre bahçede oturup babaannemin getirdiği kek ve limonatadan yedikten sonra ona arka bahçede ki sebzeleri gösterdim. O gün üçümüz birlikte sebzelere baktık. Ama bu mutluluk uzun sürmedi tabii babam eve dönmüştü. “Eyvah! Babam geldi. Şimdi ne yapacağız babaanne?” Babaannem yüzüme bakıp, “Siz burada bekleyin bakalım ben ona yemeğini veririm siz de çıkarsınız.” Babaannemi onaylayıp ondan haber bekledim. Hasan’ da biraz korkmuş gibi yüzüme bakıyordu. Belli etmesem de ben de çok korkuyordum. Babaannem bir süre sonra yanıma gelip çıkabileceğimizi söyledi. Tam ön bahçeye gelmiştim ki babamın sesi ile irkildim. “Fikret. Git bana bakkaldan sigara al da gel.” Neyse ki korktuğum olmamıştı. Hasan’ a kapı da beni beklemesini söyleyip hızla babamın yanına gittim. Uzattığı parayı aldım. “Yolda oyalanma çabuk gel. İşim var geri gideceğim.” “Tamam, baba hemen dönerim.” Parayı aldıktan sonra hızla bahçe kapısından çıktım. Hasan beni orada bekliyordu. Ona yolu tarif edip geçirdikten sonra ben de bakkala koştum.
O gün de öyle geçmişti. Sonra ki günler babama belli etmeden ben Hasan’ lara gidiyordum o da bize geliyordu. O günden sonra çok yakın dost olmuştuk. Hatta bir gün onu meyve bahçesine götürmüştüm. “Bak ben hep buradan meyve aşırıyorum. Ama tabii hep yakalanıyorum.” “neden sahibinden istemiyorsun ki?” “daha önce çoğu kez istedim ama vermiyordu. Yaptığım şey doğru değil biliyorum ama meyveleri çok seviyorum. İstersen senin içinde alabilirim.” “Ya sahibi yeniden gelirse, Sana yine kızacak.” “Olsun sen benim tek arkadaşımsın. Senin için alabilirim.” “Ama…” “ Sen bekle beni hemen dönerim.” Hasan’ ı orada bırakıp Hızla taş duvarı aştıktan sonra ceplerime erik ve birazda elma doldurup geri dönecekken yeniden yaşlı adamın sesi ile irkilip taş duvardan aşağıya atladım. “Çabuk Hasan, kaçmalıyız. Yakalandık.” “Tamam.” O an Hasan ile birlikte yaşlı adama yakalanmamak için koşturduk. Hayatım da belki de ilk kez meyve aşırdığım için bu kadar mutlu olmuştum. Yakalanma korkusundan o kadar hızlı koşmuştum ki kalbim adeta yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Nihayet sokaktan epey uzaklaştığımızdan emin olunca köşedeki ağaçlardan birine altına oturup soluklandım. Arkama dönüp baktığımda Hasan biraz ileri de elleri dizlerinde nefes nefese duruyordu. Koşarak yanına gittim. “Hasan! iyi misin?” “Be Ben İy İyiyim. Sa sadece çok yoruldum.” Oturması için koluna girip onu az önce oturduğum yere götürdüm. Yüzü koşmaktan kıpkırmızı kesilmişti. Onun için endişelenmiştim. Cebimde birkaç bozukluk vardı. Biraz ileri de ki bakkaldan koşarak su alıp döndüm. “Al iç biraz. Yüzünü de yıka. Sonra seni evine götüreyim.” “Merak etme iyiyim ben. Sen ne kadar hızlı koşuyorsun öyle. Sana yetişmek için çok zorlandım.” “Sürekli haylazlık yapınca koşmayı da öğreniyorsun.” Birbirimize bakıp güldüğümüzde ben de yanına oturup etrafı izlemeye koyuldum. “Hasan biliyor musun sen çok iyi bir dostsun. Başlangıçta seni hiç sevememiştim ama şu an da en yakın dostumsun. Hatta kardeşim bile olabilirsin. Zaten senden başka da dostum yok sanırım.” Deyip yeniden güldüğümde o da gülüyordu. “Aslına bakarsan benimde senden başka dostum yok Fikret. Sen de benim kardeşim gibisin.” O akşamüzeri eve döndüğümde çok mutluydum. Babaannem babamın birkaç ay burada olmayacağını çalışmak için başka şehre gideceğini söylemişti. O birkaç ay belki de benim hayatımda ki en güzel birkaç ay olmuştu. Aslında babamı sevmiyor değildim ama o bana karşı hep katı olmuştur. Bu yüzden onun olmadığı zamanlarda kendimi daha bir çocuk gibi hissediyordum. O birkaç ayda Hasan’ ın babası bazen bizi arabası ile pikniğe ya da gezmeye götürmüştü. O arabaya ilk kez bindiğimde öylesine heyecanlanmıştım ki. Bazen Hasan’ ın babasının benim de babam olmasını istiyordum. Bu mümkün değildi belki ama bazen kıyas yapmıyor değildim. Sanki kendimi Hasan’ ın gerçek kardeşi gibi hissediyordum. Tabii o birkaç ay çok hızlı geçmiş ve yeniden okul dönemi başlamıştı. O gün babam eve bir hışımla gelmişti. Duyduğuna göre yaşlı adamın bahçesinden bazı eşyalar çalınmıştı. Suçu da benim üzerime atmışlar ama tabii benim bundan haberim dahi yoktu. Hızla yanıma gelip suratıma bir tokat attığında kendimi aniden yerde buldum. “Ben sana o bahçeye bir daha girmeyeceksin demedim mi?” “Ben bir şey çalmadım baba. Çok uzun zamandır o bahçeye gitmedim bile.” “Sus yalan söyleme.” O gün belki de ilk kez hiç suçum yokken babam beni dövmüştü. Bunu ispatlamak çok zordu ama o çocuk yaşta bu çok ağırıma gitmişti. Babama kendimi anlatmaya çalıştıkça o daha çok üzerime gelmişti. Sonra dayanamayıp burnum kan içinde, dudağım patlamış Hasan’ lara gittim. Bu kez ben haklıydım. Ağlamayacaktım. Hasan’ların kapısını çaldığımda evde kimse yoktu. Tek sığınağım onlardı. Başka bir yere gidemezdim. Oturup saatlerce gelmelerini bekledim. Akşamüzeri geldiklerinde Hasan’ ın annesi beni bu halde görünce çok korkmuş hemen eve almıştı. Hasan’ da o gün oldukça yorgun görünüyordu ama belli etmemeye çalışarak bana gülümsedi sonra da gelip sarıldı. “Baban mı yaptı?” sadece başımı sallamakla yetinmiştim. “Bu kez bir şey yapmadım. Yemin ederim. Yaşlı adamın eşyalarını çalıp suçu bana atmışlar.” Zor tuttuğum yaşlar süzülürken Hasan’ ın babası bu gece burada kalmam için ısrar etti. Ama ben babamın yeniden bana kızmasından korkuyordum. Üstelik ona karşı çok kızgındım durup dinlemeden beni dövmüştü. Tamam, çok yaramazdım ama artık o adamın bahçesine bir daha gitmemiştim. Akıllı bir çocuk olacaktım artık ama o beni bir kez olsun dinlememişti. Sonun da babamı ikna ettiklerinde o geceyi orada geçirdim ama aklımda hala uğradığım haksızlık vardı gece boyu uyumamıştım. Aradan günler geçtikten sonra eşyaları çalan kişiler ortaya çıkmıştı. O gün beni yaşlı adam azarlarken bana gülen çocuklardan birkaçıydı. Yaşlı damın bana kızgın olduğunu bildiklerinden suçu bana atmışlardı. Ama babam bir kez olsun yüzüme bakıp benden özür bile dilememişti. Aylar sonra kış mevsimi geldiğinde bir gün yeniden Hasan’ lara gittim. Kapıyı çaldığımda Hasan çok yorgun olduğunu gelemeyeceğini söyledi. Baktığımda gerçekten de yüzü solgun görünüyordu bu yüzden ısrar etmedim. Sonra ki birkaç gün iyileşmesini bekleyip yeniden gittim. Bu kez gelmeyi kabul etmişti. Ama yüzü hala solgun duruyordu. “İstersen benimle gelmeyebilirsin.”, “Sorun yok seninle dışarı çıkmak istiyorum. Hem ben karda yürümeyi çok seviyorum.” Dediğinde yüzümde büyük bir gülümseme ile ona aşağı da bıraktığım kızağımı gösterdim. “Bak kızakta getirdim. Karda kayarız.” Hasan kızağı görünce çok mutlu olmuştu. Bugün O’ nda anlamadığım garip bir şeyler vardı. Ama üzerine gitmek istemedim. Sadece onu mutlu etmek istiyordum. Son zamanlarda havalardan dolayı üşütmüş olmalıydı. Evden ayrıldıktan sonra birlikte iki sokak aşağıda ki Tümseğe çıktık. Her kış mevsiminde buraya gelip kızağımla kayardım. Bu kez sıramı Hasan’ a vermiştim. “Al bakalım ilk önce sen kay.” Kızağı ona uzatıp nasıl kayması gerektiğini gösterdim. İlk kayışında aşağıda ki kar yığınlarına düşmüştü. Koşarak yanına gittiğimde yüzünde bir gülümseme vardı. “Çok eğlenceliydi Fikret sen de kaymalısın.” Dediğinde ben de güldüm. O gün kahkahalarımız sokağı inletiyordu sanki. Bir ara durduğumuzda Hasan bana bir şeyler söyledi. Ama ben neden bu konuşmayı yaptığını anlamamıştım. “Fikret sana bir şeyler söylemek istiyorum.” Başımı olumlu anlamda sallayıp onu dinledim. “İlk karşılaştığımız günden beri sana hemen alışıverdim. Sonra seni dostum kardeşim gibi gördüm. İyi ki varsın. Beni unutma olur mu?” “Neden böyle diyorsun ki? Bir yere mi gidiyorsun? Daha çok vaktimiz var.”, “Olur ya bir gün bir şey olurda ayrı kalırsak ben seni hiç unutmayacağım kardeşim. Sana karşı ne hakkım varsa helal olsun.” Bunlar hiç de küçük bir çocuğun söyleyeceği şeyler değildi. Bilmediğim bir şeyler vardı sanki ama soramıyordum bir türlü. “Sende benim biricik kardeşimsin. Benim de hakkım varsa sana helal olsun. Sen de bana karşı çok iyi bir arkadaş oldun. Hatta kardeş oldun.” Sonra ona sarılıp kaldığımız yerden oyuna devam ettik. Ama bir an da ne olduğunu anlamadığım bir şey daha oldu. Hasan kaydı ve yine karların üzerine düştü. Kalkmasını bekledim ama o hala kalkmıyordu. Şaka yaptığını düşündüm ama o yine kalkmadı. “Hasan! Kalk haydi daha çok hasta olacaksın. Hasan.” O kalkmayınca hızla yanına koştum kalkması için kolunu çekiştirdiğimde o hala tepki vermiyordu. Elleri, yüzü buz kesmişti. Korkmaya başlıyordum. Ayağa kalkıp sokakta bağırmaya başladım. “Yardım edin. Hasan’ a bir şey oldu. Yardım edin.” Ama sokakta kimse yoktu. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Hasan hala kalkmıyordu. Hasan neden kalkmıyordu? Çaresiz hasan’ ı kızağa bindirip çekmeye çalıştım ama her seferin de yere düşüyordu. Ben daha çok endişeleniyordum. Adeta elim ayağım tutmaz olmuştu. İşte o an da bana sanki bana büyük bir güç gelmiş gibi Hasan’ ı sırtıma alıp iki sokak boyunca sırtımda taşıdım. Ama hala sokakta bizi gören bir Allah’ ın kulu yoktu. Kapının önüne geldiğimde annesi pencereden bizi görüp dışarı çıktı. “Fikret ne oldu ona?” Dilim tutulmuş gibi konuşamıyordum. “Fikret konuş lütfen ne oldu?” “Bi bi bilmiyorum. Ba bayıldı birden.” Hızla gelip onu sırtımdan aldığında bir çığlık attı. Ben ne olduğunu anlamıyordum hala. Sadece çok korkmuştum. Ona bir şey olacak diye çok korkmuştum. O sırada babası araba ile karşıda belirdi. Beni öyle görünce yanıma geldi. “Fikret ne oldu? Hasan’ a mı baktın?” “Be ben Hasan O.” Yüzüme endişeyle baktı, “Ona bir şey olmayacak değil mi?” Dediğimde gözleri dolu dolu koşarak eve girdi. Birkaç dakika sonra da Kucağında Hasan’ la birlikte arabaya binip gittiler. Ben ise eve koşup olanları babaanneme anlattım. O gün gece boyu ağladım. Babaannem bir şey dememişti ama ne olduğunun farkında gibiydi. O günden sonra Hasan’ ı göremedim. Babaannem ben üzülmeyeyim diye cenazenin olduğu gün beni gezmeye götürmüştü ama farkındaydım. Hasan artık geri dönmeyecekti. Yüzüm babaanneme karşı gülüyordu ama içimde derin bir üzüntü vardı. Bir gün annesi bize geldi. Hasan’ ı kaybetmenin acısı ile bana sıkıca sarıldı. “Biliyor musun Fikret, Hasan seni çok seviyordu. Eve gelince hep senden bahsediyordu. Ama sen üzülme diye sana hasta olduğunu söylemedi. O çok hastaydı Fikret.” Bu sözleri duyduğumda ağlamamak için büyük bir çaba sarf ediyordum. Daha önce ona kötü davrandığım için öylesine pişmandım ki. Bana yeniden sarıldıktan sonra büyük bir kutu verdi. İçinde Hasan’ a ait oyuncaklar vardı. “Bunları sana vermemi istemişti.” Sonrada kapıdan çıkıp gitti. Onları da bir daha hiç görmedim. Hayatta mutlu olduğum tek kişi de gitmişti. Ne tuhaf bir histi bu aynı hissi annemi kaybettiğimizde de yaşamıştım. Sevdiğin bir insanı kaybetmek böyle bir şey miydi? O gün babam eve gelip oyuncakları gördüğünde ayağıyla kutuyu kenara itti. “Bunlar da nereden çıktı?” “Onlara dokunma baba. Onlar bana Hasan’ dan geriye kalan tek anı.” Dediğimde yeniden üzerime geldi. Bu kez ona karşı çıkmaya çalıştım ama olmadı beni yine dövmüştü. Yüzümden yaşlar akarken ayağa kalkıp, “Keşke onun yerine sen gitseydin baba. En azından o bana böyle davranmıyordu.” Dedim. Babam öfkeyle yatağına gidip uzandığında ben hala oturmuş ağlıyordum. Neden böyle davranıyordu ki sanki? Bana bir kez olsun güler yüz göstermiyordu. Sonra ki günlerde hayatım çokta iyi değildi. Artık ne bir arkadaşım vardı ne de hayatım eskisi gibiydi. Önceden meyve bahçesinin önünden geçerken hemen atlayıp bir şeyler yemek isterdim ama şimdi sadece buruk bir anı olarak uzun uzun bakıp geçiyordum. O gün yine oradan geçerken durup meyve bahçesini seyrettim. Aklımda Hasan vardı. Sinirle yerden bir taş alıp meyve ağaçlarına attım. Yorulana kadar buna devam etim. Bir daha bu meyveleri görmek istemiyordum. O sırada yine Yaşlı adam çıkageldi. Bana kızıp azarlamaya, kulağımı çekmeye başladı. Sonra beni kolumdan çekiştirip babama götürdü. Bir de babamdan azar işittim. Hayata karşı o kadar öfkeliydim ki. O gün babamı, yaşlı adamı ve hatta bana kötü davranan tüm o çocukları düşündüm. Neden insanlar bana karşı kötülerdi? Sonraki günlerde hayatımda tuhaf şeyler olmuştu. Bir gün babam evden çıkmış ve tıpkı Hasan gibi hayatımdan çıkıp gitmişti. Gidip saatlerce mezarında ağladım. Beni duymadığını bile bile saatlerce konuştum. Soramadıklarımı dile getirdim. Babamdan sonra Babaannem yaşlı olduğu için beni de başka bir aileye vermişlerdi. Artık her şeyim vardı belki de ama mutlu hissetmiyordum kendimi.
Şimdi o geçmiş günler gözümde canlanınca birkaç damla daha özgürlüğüne kavuştu. Karşı da ki çocuk köpekten kaçmıyordu artık. Oyun alanında oynayan çocuklar çok mutluydu. Gençler parktan gitmişlerdi artık. Sonra bir çocuk daha gördüm. Ne kadar da Hasan’ a benziyordu. Yeniden yaşlar süzüldü gözümden. Sonra çocuk bana seslendi. “Gelsene Fikret oyun oynayalım.” Sonra ben de çocuk oldum. Hasan’ la giderken o oturduğum bankın üzerinde gözlerimi sonsuzluğa kapadım.