Evvel zamandayken, kalbur samandayken, pire hamamdayken, sinek tavanda sıçanları tutup tutup yerken, memleketin birinde bir delikanlı varmış.
Delikanlı o memleketin Bey’inin kızını seviyormuş.
Seviyormuş sevmesine, ama elinden ne gelir. Sevdadan gönlü dolup taşarmış. kızın aşkına dağlar aşarmış. Çareler ararmış.
Gel gelelim, derdine kimseye açmazmış.
Bey, kızını alacak olandan bir gök at varmış onu istermiş. At da sihirli, bir görünür, bir kaybolur, aradan onu gören ya olur, ya olmazmış.
Gök at bir çeşmeye gelirmiş. Yavaşça eğilirmiş. Doya doya su içer dönermiş.
Ama onu kaç kişi tutmaya çalışsa da tutamamış.
Kaçar gider, ne iz eder, ne ses edermiş. Ama atı tutmak, çocuğa bir kedermiş.
Çırpınmış çırpınmış bir şey yapamamış.
Sokakta mahzun mahzun gezinirken bir ihtiyara rastlamış. “Şu ihtiyara da derdimi açayım. Dert ağlatır, aşk söyletir. Derdini saklayan derman bulamaz, derler” demiş kendi kendine ve:
– Baba, baba ak saçlı baba.
İyi dinle beni, iyi işit. Yüreğime o turmuş bir derdim var.
Bir bey kızı sevdim can dan, ama kavuşamıyorum bir türlü.
Bey benden bir gök at istiyor. Bu at da bir çeşmeye su içmeğe geliyor ama, tutması güç.
Tutayım derken kaçıyor, ardından koşayım derken, gözden kayboluveriyor.
At olmayınca, dertli gezeceğim.
Ben bu kız uğruna can vereceğim. Söyle bana ne yapayım diye yalvarmış.
İhtiyar bir düşünmüş, iki düşünmüş. En sonunda çocuğa dönmüş ve:
– Oğlum, bu atı tutmak için, sana bir yol göstereceğim. Ama, iyiliğe iyilik yakışır. O sade iyi yürekli insanları taşır.
Demiş dememiş ihtiyar, çocuğun eline bir kova vermiş.
Kovanın içinde de parlak bir taş varmış.
– Bu kovayı al! At su içmeğe geldi mi önüne koy.
Sonra o dile gelir, sen de gidersin, demiş ihtiyar kay bolmuş gitmiş.
Çocuk da almış kovayı, gitmiş çeşme başına, başlamış bakınmaya etrafına.
Az beklemiş, uz beklemiş, günün birinde gök at gelmiş.
Tam su içeceği zaman çocuk kovayı önüne koymuş.
Koyunca çeşmenin suyu durmuş.
Kovanın içinde gözleri kamaştırıcı bir su peyda olmuş, çocuk bir bakmış bayılmış, bir bakmış ayılmış.
At suyu içince çeşme yine şırıl şırıl akmaya başlamış.
Suların şırıltısına at da oynamaya, kişnemeye, şahlanmaya başlamış.
En sonunda at dile gelmiş:
– Ah gençlik gençlik, dinçlik dinçlik.
Hani bana, şimdi bir delikanlı, binsin bana da koştursun, demiş.
Çocuk sevinmiş. Dörtnala beyin sarayına doğru uçuyormuş at.
Giderken bir adam görmüş yolda. O adam çeşme suyunu durduramamış.
-Nereye gidiyorsun? diye sormuş çocuğa.
Çocuk da, hemen ihtiyarın “İyiliğe iyilik yakışır” sözlerini hatırlamış.
O da hiç tereddüt etmeden hakikati söylemiş.
Suyu durduran adam:
– Beni de götürür müsün, diye sormuş.
Çocuk da:
-Götürürüm, demiş.
Suyu durduran da binmiş ata.
Yürümüşler tozu dumanı kata kata.
Ama biraz gider gitmez, bir adam belirmiş öte tarafta.
Bu adam da dağların perisiymiş. çocuk, ona da hakikati söylemiş.
Binmişler ata, yollanmışlar.
Giderken, yol boyunda bir çoban çıkmış ortaya.
Onu da almışlar ata. Dördü de gitmişler saraya.
Bey onları görünce şaşakalmış, ata sevinmiş, ama, atı getirenlere hiç de sevinmemiş, misafirlerine dudak ucuyla, hoş beş etmiş, ama, hemen misafirlere sunulacağı yemeklere zehir koydurmuş.
Misafirlerin haberi yokmuş bundan.
Bey sofrayı kurdurmuş. Üzerine yemekleri doldurmuş.
Zehirli yemekleri de misafirlerin önüne sundurmuş.
Tam yiyecekleri zaman, kavalı almış eline çoban:
-Ben bir yandırayım da, öyle yiyeceğim demiş. ” Bu sırada Bey’in askerleri gelip oturmuşlar sofraya.
Yemeğe başlamışlar. Ama çoban öyle yapmış ki, zehirli yemeklerin başına Bey’in askerlerini oturtmuş.
Onlar yemeğe başlayınca, misafirler de, zehirsiz yemeklerden yemeğe başlamışlar.
İşte çobanın iyiliği. Bey çok kızmış.
Kızını kurtarmak için çeşitli şeyler uydururmuş.
Bir aralık yine:
– Kızımı bununla alamayacaksınız.
Daha bir şartım var.
Şu karşıki dağlar, durmadan ağlar, öyle yapın ki, ağlamaz olsun.
Sonra dağın tepesinden bir yumurta yuvarlayacaksınız yumurta kırılmadan sarayımın kapısına gelirse, kızımı veririm, demiş.
Dağların sahibi, hemen çıkmış ortaya.
Bir taş atmış dağlara, dağlar ağlamaz olmuş.
Sonra bir kuş salmış dağdan, yollar dümdüz olmuş.
Almış bir yumurta yuvarlamış dağ tepesinden.
Yumurta da hiç kırılmadan, Bey’in kapısına kadar gelip dayanmış.
Bey buna inanmamış.
Bir defa, bir defa daha tekrarlatmış.
Yumurta hiç kırılmadan kapıya dayanılmış.
Bey artık hile yapamayacağını anlamış ve kızını delikanlıya vermiş.
Çocuk almış kızı gitmiş evine. Dağların sahibi dağa, su salan suların başına. Çoban, koyunlarının yanına.
Böylelikle, iyilikle çocuk da ermiş muradına.
İyiliğe iyilik yapmanın sonucu bu olmuş işte.
Kaynak: Diyanet
İyilik İyilik Getirir İyilik masalı iyilik hakkında hikayeler