KUDUZ (Hayvan Sevgisi)
-Çocuklar kaçın! Bu tarafa doğru koşun! Bırakın top oynamayı! Kuduz köpek geliyor!
Evimizin hemen yanındaki boş arsada iri taşlardan karşılıklı iki kale yapmış, patlak bir lastik topla futbol oynuyorduk. On kişi kadardık. Sesin geldiği tarafa bakınca babamın çiftesini almak için ayakkabılarını bile çıkarmadan bizim eve daldığını gördük.
İlk şaşkınlığımız geçince etrafımıza bakındık. Hemen biraz ilerimizde küçük sarı bir köpek yavaş yavaş bize doğru yaklaşıyordu.
Sanırım bir av köpeğiydi. Uzun, kirli, sarı tüyleri vardı. O kadar zayıftı ki, adeta kemikleri sayılıyordu. Kuyruklarını bacaklarının arasına sokmuştu.
Kuduz köpekleri tanıyabilmemiz için büyüklerimizin bize öğrettikleri tüm özellikler bu köpekte mevcuttu. Başı yerdeydi. Kuyruğu bacaklarının arasına doğru kıvrılmıştı. Sadece ağzından akan salyaları görememiştik ki o telaşta buna da kimsenin dikkat ettiği yoktu.
Bizim köyün köpeklerinden değildi. Çünkü köydeki bütün köpekleri tanırdık. Hangi köpek kimindir, hangisi uysal, hangisi saldırgandır, hepsini bilirdik. Bu yüzden bazı köpekleri gördüğümüzde yanımıza çağırıp severken, bazılarıyla karşılaşmamak için yolumuzu bile değiştirirdik. Çoban köpekleri av köpeklerine göre daha tehlikeliydi. İçimizde bir köpek tarafından ısırılmayan neredeyse yok gibiydi. Köpeklerin ısırmalarından kalan izler –ki genellikle ya sırtımızda ya da kaba etimizde olurdu- aramızdaki sohbetlerde bir gazinin savaşta aldığı şarapnel yarasını gösterirken ki gururuyla teşhir edilirdi. Çocukluk bu ya, ısırık ne kadar büyükse kendimizi o kadar önemli hissederdik. Çünkü büyük ısırık büyük tehlike atlatmış olmak anlamına gelirdi.
Babam elinde çifte olduğu halde evden dışarı fırladı. Aceleyle elindeki tüfeğe fişekleri yerleştirmeye koyuldu.
Bütün çocuklar bizim bahçeye doluşmuştuk. Yaşamakta olduğumuz sıra dışı olayın tesiriyle, bazı çocuklar heyecandan çığlıklar atarken, bazıları da dikkatle babamı izliyordu.
Babam benden iki yaş büyük olan ağabeyime:
-Bizim köpeği hemen samanlığa bağla, dedi.
Bu bir tedbirdi. Çünkü bizim köye yılda mutlaka bir iki kez kuduz köpek gelir, köyden birkaç köpeğe saldırırdı. Saldırıya uğrayan köpek ise, hemen sahibi tarafından vurulup itlaf edilirdi. O zamanlar, hiç kimsenin köpeğin aşısıyla uğraşacak ne zamanı, ne de parası vardı.
Ağabeyim, neler olduğunu anlamaya çalışan ve şaşkınlıkla etrafımızda dolaşmakta olan köpeğimizi tasmasından yakalayıp, samanlığa doğru sürüklerken babam da elindeki çifteyle kuduz köpeğe doğru yaklaşmaya başladı.
Köpek babamı fark edince durdu. Sanırım başının derde girmek üzere olduğunu hissetmişti. Hayvan tam geriye dönecekti ki babam ateş etti. Köpeğin bulunduğu yer bir an toz duman içinde kaldı. Köpek kuyruğunu yakalamak istermiş gibi kendi etrafında hızla birkaç kez döndü. Ulumayla havlama arası acı bir ses çıkardı.
Tüfeğin sesini ikinci kez duyduk. Köpek bu sefer aksi istikamette, geldiği yöne doğru koşarak evlerin arasında gözden kayboldu.
Babam:
-Siz bahçeden çıkmayın çocuklar, ben köy kahvesine gidip köyde kuduz bir köpek olduğunu haber vereyim, dedi ve koşarak uzaklaştı.
Biraz sonra caminin hoparlöründen köyde kuduz bir köpeğin varlığı tüm köye duyuruluyordu.
***
Olayın üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Kimse köpekle bir daha karşılaşmadı. Herkes derin bir nefes aldı. Bir kuduz köpek vakası daha kazasız belasız atlatılmış oldu.
Babamın birkaç kez:
-Acaba köpek gerçekten kuduz muydu? diye annemin düşüncesini sorduğuna şahit oldum.
Bir keresinde de anneme:
-İnşallah hayvanın günahına girmemişimdir, dedi.
Babamın içi rahat değildi. Muhtemelen acele ettiği ve emin olmadan hayvana ateş ettiği için vicdan azabı çekiyordu.
***
Artık bahar gelmiş, her yer papatyalarla lalelerle dolmuştu. O gün babamla köyün üst tarafındaki zeytinliğimize gidecektik. Zeytin hasadı sona ermişti ve zeytin bahçemizi gelecek yıla hazırlamak için yapılması gereken bir sürü iş vardı. Ağaçların dipleri kazılacak, dallar budanacak, kuru dallar yakılacak, bazı ağaçlara aşı yapılacaktı.
Ben ise ormanda yiyeceğim dağ çileklerinin, toplayacağım arap saçı ve sarmaşıkların hayallerini kuruyordum. Arapsaçı ve sarmaşığı yağda kavurup üzerine de yumurta kırıldı mı tadına doyum olmazdı. Özellikle dere yataklarında, gür çalıların arasında bulunan sarmaşıkları toplamak, hem eğlenceli hem de heyecanlı olurdu. Eğlenceli olurdu çünkü bulunan her sarmaşık içimizde bir heyecan patlamasına sebep olurdu. Heyecanlı olurdu çünkü havaların ısınmasıyla ortaya çıkmaya başlayan yılanların her an üzerlerine basabilirdik. Ve bu yılanlar da en çok dere yataklarında bulunurdu.
Babam da çiftesini almıştı. Yol boyunca keklik, tavşan, artık ne olursa, birkaç av hayvanı avlamayı düşünüyordu.
Baba – oğul dereden tepeden konuşarak patika yolda ilerlerken köpeğimizin bir an gözden kaybolduğunu fark ettik. Aynı anda etrafı ağır bir leş kokusu kapladı. Kokunun geldiği yöne doğru ilerlemeye başladık. Çalıların arasından zorlukla yol alıyorduk.
Büyük bir kaya yarığının önüne geldiğimizde nihayet kokunun kaynağını bulduk.
Bugün bile gözlerimin önünden gitmeyen bu manzara çocuk ruhumda bir fırtına koparmıştı. Karşımızdaki manzara yürekleri dağlayacak, en vicdansız insanın bile gözlerini yaşartacak türden bir tabloydu. Yerde bir köpek leşi yatıyordu. Ölü köpeğin çevresinde, gözleri henüz açılmış altı tane yavru cansız halde sağa sola savrulmuştu. Üstlerine mor sinekler konup kalkıyordu.
Yerdeki köpek leşini hemen tanımıştık. Bu babamın bir ay önce kuduz zannederek vurduğu köpekti. Öyle anlaşılıyordu ki kuduz falan değildi. Belki kaybolmuştu, belki de sahibi tarafından terk edilmişti.
Belli ki yeni doğum yapmıştı. O gün de yiyecek bir şeyler bulmak için köye inmiş olmalıydı. Babam ise çok acele etmiş, kuduz olduğunu düşünerek onu vurmuştu. Belli ki yaralı hayvan can havliyle kendini yavrularının yanına atmış, sonra da vücudundaki saçma yaralarından dolayı ölmüştü. Anneleri ölen ve sadece sütle beslenebilecek kadar küçük olan yavrular da açlıktan ölmüşlerdi.
Sanırım babamın olmasından korktuğu durum buydu. Aceleciliği yüzünden bir trajediye sebep olmuştu.
- Haydi artık gidelim, dedi babam.
Sesi bir tuhaf geldi kulağıma. Sesi çatallaşmıştı konuşurken. Yüzüne baktım, başını öbür tarafa çevirdi.
Babamın ağladığını ilk kez o gün gördüm.
Ali TUTKUN