TEREKE (MİRAS)
Yokuşu ağır ağır çıktı. Çünkü biraz hızlansa soluk soluğa kalıyordu. Kabullenmek zor olsa da yaş kemale ermiş, yıllar onu yavaş yavaş yaşlandırmıştı. Çok çok uzun yaşamak istiyordu oysa. Hatta hiç ölmemek!
Şanslı bir ihtiyardı o. Hep böyle derdi çevresindekilere. Üç evlat büyütmüş, hepsini evlendirmiş, iş güç sahibi yapmıştı.
Gençliğinde çok çalışmış, bir sürü mal mülk sahibi olmuştu. Kimseye muhtaç değildi. Karı koca emekli maaşları vardı. Bankada faizde paraları vardı. Ayrıca kiraya verdiği altı dairesinden başka sanayide bulunan üç kiralık dükkân iyi gelir getiriyordu. Bunlarla birlikte mahallenin en güzel evinde oturuyordu.
Çocukluğundan beri hayaliydi bahçeli bir villa sahibi olmak. Bir botanik bahçesi gibi olmalıydı onun evi. Adeta tropikal bir köşe… Ortada bir süs havuzu, palmiyeler, iri gövdeli ağaçlar arasına bir hamak, yerde en kalitesinden çimler, rengarenk ve mis gibi kokan çiçekler, güller, laleler, zambaklar, ağaçların dallarında muhabbet kuşları…
Altmışından sonra çocukları evlendirip yuvadan uçurunca hayallerinin peşine düşmüştü. İlk önce zengin mahallelerdeki villaları gezip kafasındaki projeyi olgunlaştırmaya çalıştı. Beğendiği villaların sahiplerinden rica edip evlerin içini, dışını gezdi. Notlar aldı, fotoğraflar çekti. Sonra birçok mimar dolaştı. Hazırdaki projeleri inceledi. Çizimler üzerinde oynamalar yaptırdı. Sonunda tam içine sinmese de bir projede karar kıldı. Aslında gayet güzel olan bahçe içindeki eski müstakil tek katlı evini yıktırıp inşaata başladı. Bu sırada kiraya taşındı. Evin inşaatı birkaç yıl sürdü.
Ev tamamlanıp içine girilecek hale gelince bahçeyi düzenlemeye sıra geldi. Bu sefer de peysaj mimarlarını tek tek dolaşmaya başladı. Uzun araştırmalardan sonra bir kucak para harcayarak bahçenin düzenlenmesini de tamamladı.
Artık yaşı yetmişe yaklaşmıştı. Küçük sarayının bahçesinde geceleri geç saatlere kadar dostlarla vakit geçiriliyor, sazlı sözlü fasıllar yapılıyordu.
Altı ay önce check-up yaptırdığında sağlık durumunun çok iyi olmadığını, tansiyon, şeker ve kalp gibi sorunlarının başladığını öğrenince artık değişim zamanının geldiğine kanaat getirdi. Önce hacca gidecek, sakal bırakacak ve namaza başlayacaktı.
Elinde eşi Gülbahar hanımın ilaçlarının olduğu eczane poşetiyle sokağının başına gelince etrafta bir koşuşturma hissetti. Artık uzağı iyi seçemeyen miyop gözlerini kısarak olup biteni anlamaya çalıştı. Villasının kapısında bir kalabalık vardı. Kırmızı mavi ışıklar saçan beyaz bir minibüs yolun ortasında duruyordu. Ambülanstı galiba. Ambülansın ne işi vardı ki onların kapısında? Yoksa birine bir şey mi olmuştu? Evde altmış yıllık hayat arkadaşından başka kimse yoktu ki. Yoksa eşi Gülbahar hanıma mı bir şey olmuştu?
Birden bacaklarının tüm gücün tükendiğini hissetti. Son bir gayretle ileri atıldı. Gözleri kararırken boğazından kısık bir feryat çıktı:
-Gülbahar Hanım… dersimiz.com
Gözlerini açtığında evinin salonunda kanepenin üzerinde uzanıyordu. Başının altında bir yastık üzerinde ince bir battaniye vardı. Oda kalabalıktı. Yaşlılar, orta yaşlılar, gençler… Herkesin yüzü asıktı.
-Uyandın mı Hulusi Amca?
Konuşan muhtardı. Tek tek odadakilerin yüzüne baktı. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Herkes önüne bakıyordu. O sormazsa kimse bir şey anlatmayacak gibiydi.
-Ne oluyor? O ambulans neydi?
Muhtar:
-Sokağın başında fenalaştın Hulusi amca. Başın döndü herhalde. Seni kanepeye uzattık.
-O ambulans neydi kapıda? Gülbaharıma bir şey mi oldu?
Odada bir dalgalanma oldu.
-Gülbahar teyzeyi kaybettik Hulusi amca. Başın sağ olsun. Allah sabır versin.
***
Ertesi gün mahallede iki cenaze vardı. Mahalleliler aynı gün vefat eden yaşlı karı kocaya son vazifelerini yapıp işlerine güçlerine dağıldıktan sonra üç adam cenaze evinde seslerini kısarak mirasın nasıl bölüneceği hakkında geç saatlere kadar tartıştılar.
Herkes iki ev bir dükkân alacaktı. Villa konusunda ise bir müteahhite danışacaklardı. Yıkılıp yerine apartman mı dikilmeli yoksa bu haliyle mi satılmalıydı?
Ali TUTKUN