Çok çok eski bir çağda, ne ovada ne dağda, ne bostanda ne bağda... Ne Hint'te ne de Çin'de, Bağdat ili içinde bir Alaaddin varmış, sessiz sakin yaşarmış.
Henüz bir çocukmuş Alaaddin. Gün boyu kırda bayırda gezer, arkadaşlarıyla oynarmış. Bir gün gene oyuna dalmışken bir adam yaklaşmış yanına.
- Sen Hamza oğlu Alaaddin değil misin? diye sormuş. O da:
- Evet, ben Alaaddin'im. Ama babam Hamza öleli çok oldu, demiş.
Adam kesesinden birkaç altın çıkarıp Alaaddin'in avucuna bıraktıktan sonra:
- Ben senin amcanım Alaaddin, demiş. Hadi, beni evinize götür.
Aldığı altınlarla gönlü yumuşayan Alaaddin, adamı evlerine götürmüş. Annesi kapıyı açınca da adam:
- Ben Alaaddin’in amcasıyım, diye söze başlamış ve devam etmiş. Sizler beni tanımazsınız. Çünkü ben bu ülkeden ayrılalı çok yıllar oldu. Uzaklara gittim, zengin oldum. Şimdi döndüm ama kardeşimin ölmüş olduğunu öğrendim ve üzüldüm. Ama sizlere kavuştum ya şükür Allah'ıma!
O gece yemek yiyip uzun uzun söyleşmişler ve yatmışlar. Ertesi sabah amcası Alaaddin’i alarak gezmeye çıkarmış. Yürümüşler yürümüşler ve şehir dışına çıkarak suların şarıldadığı, ağaç dallarında kuşların ötüştüğü güzel bir yere gelmişler. Küçük yeşil bir alanın tam ortasında kocaman bir kaya duruyormuş. Amcası Alaaddin’e çevreden birkaç kuru odun toplayıp kayanın dibinde bir ateş yakmasını söylemiş. Alaaddin söylenenleri çabucak yapıp odunları ateşlemiş. Amcası önce, bir kutudan bir miktar toz serpmiş ateşe. Alevler bir anda sönüp etrafı koyu bir duman kaplamış. Alaaddin şaşkın şaşkın bakınırken amcası:
- Kaldır şu kayayı. İnan hiç zorlanmayacaksın, demiş. Ve dediği gibi olmuş. Alaaddin kayanın bir ucundan tuttuğu anda bir tüy gibi kaldırıvermiş havaya. Kayanın altında aşağılara doğru inen karanlık bir delik belirmiş.
Amcası parmağından çıkardığı bir yüzüğü Alaaddin’e uzatmış.
- Bu yüzüğü kendi parmağına tak. Bu, sihirli bir yüzüktür. Şimdi bu delikten gir ve yürü. Aşağıda altın, gümüş, elmas, zümrüt ve yakuttan yapılmış çok değerli eşyalar göreceksin. Sakın hiç birine dokunma. Yalnızca duvarda asılı olan eski bir lambayı al ve dön. Bir aksilik olursa da parmağındaki sihirli yüzüğü kullan.
Alaaddin deliğin ağzından bakınca, aşağılara uzayan bir taş merdiven görmüş. Basamakları dikkatle inerek lambayı aramaya başlamış. Sağında solunda pek çok değerli eşya varmış ama hiç birine dokunmamış. Sonunda, duvarda asılı olan eski lambayı bulmuş ve uzanıp aldıktan sonra geldiği yollardan geri dönüp deliğin alt eteğine varmış. Seslenmiş yukarıya.
- Geldim amca! Uzat elini de beni yukarıya çek! Amcası deliğin ağzından seslenmiş.
- Sen önce lambayı at hele!
Bu öneride bir kötü niyet kokusu alan Alaaddin, lambayı vermek istememiş ve yeniden seslenmiş.
- Lamba koynumda, çıkaramıyorum. Sen beni yukarıya çek hele!
Bu sözlerden kuşkulanan amcası, Alaaddin'in lambayı kendisine vermeyeceğini sanmış ve:
- Öyleyse geber orada! diye haykırarak kayayı deliğin ağzına itmiş, kapatmış. Meğer adam, Alaaddin'in amcası değil, lambayı ele geçirmek isteyen Afrika'lı bir sihirbazmış.
İçeride kalan Alaaddin, çaresizlik içinde bir taşa oturup parmağındaki yüzükle oynamaya başlamış. Ve o anda karşısında kara derili bir dev belirmiş.
- Ben bu yüzüğün kölesiyim. Siz de benim efendim. Dileyin benden ne dilerseniz!
Şaşkınlığa kapılan Alaaddin kendini çabuk toparlamış ve:
- Beni hemen evime götür! Emrini vermiş. Göz açıp kapayıncaya kadar da kendini evinde, annesinin yanında bulmuş.
Büyük bir heyecanla başından geçenleri anlatmış annesine. Adamın amcası olmadığını, gerçekte kötü niyetli bir sihirbaz olduğunu, yer altına inişini ve bulduğu lambayı bir bir söylemiş. Sonra da lambayı koynundan çıkarıp annesine vermiş.
Annesi eski ve tozlu lambayı temizlemek için bir bezle ovalarken güçlü bir ışık bulutu çıkmış lamba içinden. Bu ışık bulutunun ortasında da yüzükteki devden daha iri bir dev belirmiş.
- Ben bu lambanın kölesiyim. Sizler de benim efendilerim. Dileyin benden ne dilerseniz!
Karınları çok aç olan Alaaddin ve annesi yiyecek dilemişler hemen. Bir anda oda en güzel ve zengin yiyeceklerle dolmuş. Yemişler içmişler ve bundan böyle refah ve mutluluk günlerinin başladığına inanmışlar.
Aradan günler aylar geçmiş. Alaaddin bir gün şehirde gezinirken dört güçlü adamın taşıdığı bir tahtırevan içinde ülkenin güzeller güzeli prensesini görmüş ve görür görmez de aşık olmuş. Bu aşk zamanla öyle işlemiş ki içine, yemeden içmeden kesilmiş, ağzını açıp bir söz söyleyemez olmuş. Zavallı anası, Alaaddin'e bakar bakar çaresiz kalırmış. Arada bir de:
- Yapma oğul etme oğul. Gel vazgeç bu sevdadan.
Ülke prensesi bize gelin gelir mi hiç? diye yalvarırmış ama boşuna. Alaaddin gözlerini anasının gözlerine diker, acımalı bakarmış öyle.
Bakmış ki oğlu cayacak cinsten değil prensesi babasından istemeye karar vermiş. Lambanın devine bir sandık dolusu altın ve ziynet eşyası getirterek Bağdat Prensi'nin sarayına gitmiş. Prens açılan sandıktaki birbirinden kıymetli taşları görünce öylesine etkilenmiş ki kızını Alaaddin'e vermeyi kabul etmiş.
Güzel prensesle Alaaddin görkemli bir düğünden sonra evlenmişler. Alaaddin, lambanın devinden kocaman bir saray istemiş. Karısıyla bu saraya yerleşerek sevgi dolu, mutluluk dolu günler yaşamaya başlamışlar. Ama gelin görün ki Afrika'lı sihirbaz unutamamış Alaaddin'i. Memleketine döndükten sonra bir gün, onun yer altında kalarak ne gibi zorluklar ve acılar çektiğini görmek ve keyiflenmek istemiş. Yanında devamlı taşıdığı sihirli tozu çıkarıp ocaktaki alevler üzerine atmış; o an ortalığı saran yoğun bir duman sütununda Alaaddin'in tüm yaşam hikayesini ayrıntılarıyla görmüş.
Gördükleri karşısında derin bir kıskançlık ve üzüntüye kapılmış sihirbaz. Lambayı onun elinden almayı kafasına koymuş ve Alaaddin'in ülkesine gelerek sarayın önünde gezinmeye başlamış. O gün de Alaaddin avda imiş. Bunu fırsat bilen sihirbaz:
- Eski lambalar alırım! Yenileri ile değiştiririm! diye bağırmaya başlamış.
Prensesin hizmetçilerinden biri bu sesi duyarak pencereye çıkmış.
- Efendimin eski bir lambası var. Dur sana getireyim. Avdan dönünce yeni bir lamba görüp sevinecektir, demiş ve sihirli lambayı sihirbaza vererek yerine yeni bir lamba almış.
Sihirbaz lambayı alınca devi çağırmış ve ondan, içindekilerle birlikte prensesin sarayını Afrika'ya götürmesini istemiş.
Alaaddin avdan dönüp sarayını yerinde göremeyince dünyalar başına yıkılmış sanki. Ama hemen parmağındaki sihirli yüzük gelmiş aklına. Yüzükteki devi çağırıp ona kendini Afrika'daki saraya götürmesini emretmiş.
Saraya varınca karısından olup biteni öğrenmiş. Ve o an, sihirbazı öldürmeden ondan kurtuluş olmadığını anlamış. Sihirbazın karyolası başucunda Çin seramiğinden özel bir bardağı varmış. Her gece yatmadan önce mutlaka bu bardaktan birkaç yudum su içer, öyle uykuya dalarmış.
Alaaddin, gündüz vakti kimseye görünmeden odaya girmiş, bardağın içine bir parça toz zehir karıştırmış ve geceyi beklemiş. Gece olup yatma vakti gelince sihirbaz odasına çekilmiş, bardağı başına dikip son damlasına kadar içmiş. Sonra da yatağının üzerine cansız düşüvermiş.
Sihirbazın öldüğünü anahtar deliğinden gören Alaaddin odaya girerek sihirli lambayı saklı olduğu yerde bulup almış. Devi çağırmış ve sarayını yeniden eski yerine götürmesini emretmiş.
Alaaddin, güzel karısı ve sadık dostlarıyla görkemli sarayında uzun, mutlu bir yaşam sürmüş.
Alaaddin'in sihirli lambası masal masal dinle masal sitesi masal oku masallar çocuk masalları masal arşivi tüm masallar masalcı en güzel masallar