Barbara, Antarktika seferinde bulunan Norveç'in bir balıkçı köyündeki küçük evinin içinde, kafese kapatılan kaplanlar gibi, bir kar kaplayan pencereye, bir mutfağa doğru sinirli, sinirli gidip geliyordu. Sinirlenişine neden olan ise, 12 civarında gelmesi gereken ziyaretçisi, saat 16'yı gösterdiği halde gelip çıkmamıştı.
Dakikalar ilerledikçe, içeri kararmaya başlamış, ileri geri gdip gelen adımları yavaşlamış, yorulmuştu.
İçinde bulunduğu atmosferi dağıtmak için termosta bekleyen çaydan bir fincan doldurup, masanın üstünde sönmek üzere olan mumun alevini seyre dalmıştı ki, telefonu çalar.
Arayan Alain idi:
- Af buyur canım. Hava şartlarından dolay gelemeyeceğim. İnan ki kendime ait bir helikopterim olsa, havanın durumuna aldırış etmeden, atlayıp geleceğim. İnşallah hazırlık falan yapmamışsındır?
Barbara:
- Hazırlık yapışım önemli değil. Ama daha önce gelemeyeceğini bildirseydin, boşuna beklemezdim. Yine beni üzdün doğrusu.
Alain:
Tekrar af buyur. Çok telaşlıydım ve belki başka bir uçakla gelirim diye sağa sola koşturdum.
Gelip gelemeyeceğimi garanti etmeden de aramak istemedim.
Barbara:
- Neyse, başka bir yaramazlık olmasın da. Peki şimdi neredesin?
Alain:
- Nerde olacağım, şu an Fornebu havaalanındayım.
Üzülme, en kısa zamanda yanında olmaya çalışacağım. Konuşmalarından sonra, Barbara, lapa lapa yağan kara ve inleyen fırtınaya aldırış etmeden, giyinip, eline bir fener alarak, dışarı çıkar.
Zira içeride boğulacak gibi oluyordu. Neden ise, ne zaman vasıflarının tuttuğu ve arzuladığı bir erkeği görmek istemiş ise, bir o kadar engeller araya girmişti. dersimiz.com
Bu nedenden ötürü de yaşamın büyük bölümü birilerini bekleyerek geçmişti.
Alain onun bir uçuş esnasında görmüş ve araştırıp telefonuna kavuşmuştu.
Barbara Alain'in romantik sözlerinin, genel bilgisinin etkisinde kalmış ve onu tanımaya karar vermişti.
Lakin bir yıl zarfında dört sefer görüşme planlarının hiç biri gerçekleşememişti.
Alain'le kurmuş olduğu hayalleri düşüne düşüne gelip, bir balıkçı kulübesinin önünde durur.
Kulübenin kar kaplayan küçük camlarından birini eldiveniyle silerek, içeri bir göz atar.
İçeride geldi geleli tanıdığı biri genç, biri yaşlı iki balıkçı bir yanda leğenlerdeki balıkları tuzluyor, bir yanda da içeceklerini yudumluyorlardı. Birisinin camdan baktığını görünce, genç olanı kapının sürgüsünü iteleyip de, Barbara'yı karşısında görünce:
- Çabuk gir içeri. Bu havada dışarı çıkmaya nasıl cesaret edebildin? sorusuna, Barbara:
- Baksanıza sizde çıkmışsınız. Diye takılınca, yaşlı olanı:
- Evladım, sen bize bakma. Biz buranın çocuklarıyız. Çoğumuz karda doğar, kardan ölür. Ama buranın havasına alışık olmayan senin gibi narinleri karda, kurtta çabuk yutar. Barbara:
- Buralarda kurt var mı?
Balıkçı:
- Kurdun, kartalın, düşmanın nerede olduğu belli olmaz.
Onlar konuşmalarını sürdürürken, genç adam bir bardağa içecek koyup:
- Al iç. Hem üşümeye, hem sinirlerin yatışmasına iyi gelir. diyerek Barbara'ya uzatır. Zira sinirlerinin gerginliği yüzünden okunuyordu. Barbara:
- Teşekkür ederim. Gerçektende sinirlerim bozuk. İnşallah iyi gelir.
Bir iki yudumdan sonra yaşlı adam:
- Ziyaretçin geldi mi ?
Barbara:
- Hayır, bu defa da gelemedi.
Genç olanı söze karışır:
- Hayret. Nasıl oluyor da görüşemiyorsunuz? Aklımda kaldığı kadarıyla, birkaç seferdir geliyor demiştin değil mi?
Barbara cevap vermeden yaşlı adam:
- Şu sana birkaç sefer çiçek yollayan Pilottan mı söz ediyorsunuz?
Barbara:
- Evet. Ondan söz ediyoruz.
Yaşlı adam:
- Aman be kızım, biliyor musun onun gibilerinin karşısına günde kaç tane senin gibi güzeller çıkıyor? Pilotlarla, polislere, medyada görevlilere gönül vermek aptallıktır. Aptallık.
Sanıyorum adamın mekânını ve kim olduğunu bile bilmiyorsundur.
Hem insan tanımadığı birilerine nasıl âşık olabilir ki?
En iyiysi sana bir balıkçı bulalım.
Hiç olmazsa gözünün önünden bir yere gitmez. Gündüzleri balık avlar, akşamları da böylesi havalarda sarılıp yatarsınız. diyerek onu güldürmeye çalışmış ise de, Barbara:
- Belki de aşkların en kutsalı birbirlerini görmeyenler ve kavuşamayanlar arasında yaşanmıştır. der, başını önüne eğip yanlarından ayrılır.
Barbara o kış rahatsızlık nedeninden ötürü çalışmalarına ara vererek, sekiz ay kadar bir zaman Norveç'ten ayrılır.
Döndüğünde mevsim yine kışa dönüşmüştü. Araştırmacı arkadaşlarıyla yapmış olduğu çalışmalarının dışında, zamanının bir müzisyenden ders alarak ve bol bol kitap okuyarak geçiriyor idiyse de, Alain'in gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Çünkü bu defa Alain yıllık iznini onunla beraber geçireceğini söylemişti.
Ve nihayet bekledikleri gün Alain izin alıp yola çıkmıştı.
Barbara yine yemekler yapıp, etrafa düzen verip, kokulu mumlar yakıp, dakikaları iple çekerek sevinçle onu beklemeye koyulmuştu. Ama bu defa da ne beklediği ziyaretçisi gelip çıkmıştı. Ne telefonlarına cevap veren vardı, ne de o günden sonra Alain'in bir hastalıktan, bir kazadan veya başka bir nedenden ötürü mü gelemediği konusunda bir haber alabilmişti.
Üç yıl boyunca gelmeyen ziyaretçisine her birkaç ayda bir iki sefer yemekler yaparak, sofralar ve hayaller kurarak bekleyen Barbara, masadaki yerine oturup, Alain'le konuşur gibi:
- Yaşamın olduğu gibi bir bekleyiş, bir özleyiş, bir arayış, bir buluş ve bir kaybedişmiş olduğunu bana öğrettin.
İnsan birbirini görmeden de, dokumdadan da, beklemenin, sevmenin güzel olduğunu tattırdın.
Kim bilir benim gibi niceleri böyle sofralar ve hayaller kurup, gelmeyen ziyaretçilerini beklmekle yıllarını geçirdiler. Diyerek, yanaklarında sızan yaşları, elinde kıvırdığı peçeteyle siler...