Bir varmış, bir yokmuş. Uçsuz bucaksız bir evren varmış. Evrenin içinde de pırıl pırıl yıldızlar varmış. Bir de sıcak mı sıcak, ışıl ışıl bir güneş. Kendine çok güvenirmiş; "Ben çok güçlüyüm." dermiş. Bir gün, rüzgâr güneşe meydan okumuş;
- Ben senden güçlüyüm, bak yaptığım işlere: Dalgaları yapan, yelkenleri şişiren, değirmeni döndüren, bulutları iten hep benim, demiş.
Güneş:
- Pek böbürlenme, demiş. Ben olmasaydım gece gündüz olmazdı. Bulutun önemi kalmazdı. Mevsimler oluşmazdı, insanlara sor. Yaz deyince akla kim gelir? İnsanlar yazın kum üzerinde bana karşı uzanırlar.
Rüzgâr:
- İnsanlar asıl senin sıcaklığından kaçmak için beni arar, demiş. Ya çocuklar? Onların uçurtmalarını uçurtan benim. Balonlarını yükselten, bayraklarını dalgalandıran hep benim.
Güneş kızmış:
- Tüm canlılar beni sever. Çiçekleri açtıran ben, ekinleri büyüten yine ben. Böceklere, göçmen kuşlara sor; hepsi izimden gelir. Ben çizerim hepsinin yolunu. Herkes sever beni. Ya sen? Seni kim görmüş? Bir söylesene!
- Ben görünmem, doğru. Ama senin kadar beni de tanır canlılar, insanlar beni saçlarında, yüzlerinde hissederler. Tüten dumanda, düşen yağmurda beni görürler. Ağaçların yapraklarında, kışın sokaklarda, dalgalarda beni duyarlar, demiş.
Güneş:
- Yararlı işleri de yaparsın kuşkusuz ama fırtınalara, boralara, kasırgalara, ne demeli? Damı uçan evlere, sökülen ağaçlara, devrilen bacalara, bozulan yuvalara, batırdığın gemilere ne demeli? Sen gücünü böyle mi göstermelisin, diye sormuş.
Rüzgâr:
- Ben güçlüyüm elbette, demiş. Sınır, engel tanımam. Sen o güçlü ışıklarını istediğin zaman, istediğin yere saçabilir misin? Seni kimse gece vakti göremez. Oysa ben ne zaman dilersem dünyayı dolanırım.
- Gel istersen, seninle bir yarışalım. Kim daha güçlü, görelim, demiş. Bak şu yoldaki yürüyen adama. Şemsiyesi elinde, şapkası, atkısı, paltosu üzerinde. Bakalım bu adamın üzerindeki paltoyu kim çıkarabilecek?
Rüzgâr bu yarışmaya çok gülmüş. Güneşi küçümseyerek:
- Ondan kolay ne var, demiş.
Üflemeye, esmeye, gürlemeye başlamış. Yoldaki adam şaşırmış. Şemsiyeyi mi, şapkayı mı, paltoyu mu tutsun! Derken adamın başından şapkası uçmuş. Şapkanın peşine düşse elinden şemsiyesi gidecek. Atkısını çıkarmış, başına sarmış. Şemsiyesinin altına sığınmış. Düşmeden, uçmadan, yürümeye çalışmış. Bu kez de şemsiyesi rüzgârdan tersine dönmüş. Onu düzelteyim derken atkı çözülmüş. Atkıyı tuttum derken şemsiye elinden kaçmış. Atkı da onun peşinden... Rüzgâr "Şimdi sıra paltoda... diye adamın hâline gülmüş. Paltonun altından dalmış, paltonun eteklerini havaya savurmuş. Kollarına asılmış, yapışmış yakasına. Adam iyice büzülerek paltosuna sıkı sıkı sarılmış. Rüzgâr ne kadar estiyse de paltoyu adamın üzerinden söküp alamamış. Güneş:
- Şimdi sıra bende, demiş.
Bulutlardan dağılmalarını istemiş ve havayı ısıtmaya başlamış. Bu olup bitenlere yoldaki adam şaşırmış. Güneş, rüzgârsız, yağmursuz, bulutsuz, usul usul, yumuşacık sokulmuş adamın yüzüne. Ilık ılık yanağını ve ensesini okşamış. Önce adamın yüzü gülmüş, yakasını indirmiş. Sonra mendilini çıkartıp terini silmiş. En sonunda paltoyu çıkarıp eline almış.
O zaman güneş, rüzgâra şöyle seslenmiş:
- Rüzgâr kardeş, elbette sen de güçlüsün. Ama bana kalırsa biraz sertsin. Zorbalıkla başarmayı umuyorsun. Bense ılığım, sıcağım, yumuşacığım. Benim bütün gücüm burada.
AİSOPOS (Ezop)
Ezop Masalları
Güneş'in Gücü Ezop Masalları masal oku masal sitesi çocuk masalları en güzel masallar masal kitabı eğitici masallar öğretici masallar