Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, kızın biri bir gün arkadaşlarıyla köy çeşmesinin başında oturuyormuş. Kızlardan birinin takunyası kaybolmuş. Aramış taramış bulamamış. Arkadaşlarının çoğuna sormuş. Hepsi biz almadık diyerek yemin etmişler. Aralarından biri yemin etmemiş. Onun çaldığını düşünmüşler. Kız çalmadığını söylese de kimseyi inandıramamış. Takunyası kaybolan kız:
-Ağabeyinin üzerine yemin edersen senin çalmadığına inanırım”, demiş. Kız yine yemin etmemiş. Çünkü ağabeyi yokmuş. Kız ağlayarak evine gitmiş. Evine ulaştığında kapının tokmağını vurmuş. Kapıyı açan annesi kızını bu durumda görünce ne olduğunu sormuş. Kız olanları annesine anlatmış. Annesi :
-Ağlama kızım senin yedi ağabeyin var, demiş. Kız bunu duyunca hem mutlu olmuş hem de şaşırmış. Annesine bunca zaman neden bilmediğini sormuş. Annesi:
-Kızım sen küçükken ağabeylerin çok uzaklara çalışmaya gittiler, demiş. Kız ağabeylerini merak etmiş ve onları görmek istemiş. Annesi bunun mümkün olmadığını, ağabeylerinin çok uzakta olduğunu söylemiş. Bir de hiç paralarının olmadığını eklemiş. Kız günlerce annesine yalvarmış. Annesi Nuh demiş peygamber dememiş. Gelin görün ki anne haklıymış. Gönderecek parası yokmuş. Bir süre sonra kızının yalvarışlarına dayanamayan anne, kızını ağabeylerinin yanına nasıl göndereceğini düşünmüş. Bu düşünce kırk gün kırk gece sürmüş. Son gece yatağına giren anne tam uykuya dalacakken aklına kül eşeği yapmak gelmiş. Yataktan fırladığı gibi ocağın önüne koşmuş. Ocaktaki küllerden eşeği yapmaya koyulmuş. Kül eşeği bittiğinde çoktan sabah olmuştu. Anne bunu ancak horozlar ötünce anlamış. Kızı uyandığında annesi kızına:
-Ağabeylerini görmene izin veriyorum, demiş. Kızın yüzü ağabeylerinin var olduğunu öğrendiği zamanki yüz ifadesini almış. Mutluymuş ve bir o kadar da şaşırmış. Kız annesinin gözlerinin içine bakarak.
-Anneciğim ilk gitmek istediğimde paramızın olmadığını söyledin. Peki şimdi nasıl olacak, demiş. Annesi kül eşeğini kızına göstermiş:
-Kızım, bu kül eşeği seni ağabeylerinin yanına götürecek. Eşeğe bindiğinde yol boyunca eşeğe “çö” diyeceksin. Ağabeylerinin evinin kapısına vardığında “çüş” diyeceksin. Fakat kapıya varmadan eşeğe “çüş” dersen kül eşeği bozulur ve sen yarı yolda kalırsın, demiş. Kız kül eşeğine binmiş. Ağabeylerinin evinin yolunu tutmuş. Kız “çö çö” diyerek çok uzun bir yol gitmiş. Yolda parıldayan küçücük bir şey görmüş. Kız bu parıldayan şeyi almak istemiş. Birden kızın aklına annesinin söyledikleri gelmiş. Eğer eşeğe çüş derse eşeğin bozulacağını biliyor. Fakat bu parıldayan altın ise yoluna arabayla devam edebileceğini düşünmüş. Çok geçmeden kız eşeğe çüş demiş. Eşek gözlerinin önünde bozulmuş. Eğilip parıldayan şeye baktığında ise bunun değersiz bir cam parçası olduğunu görmüş. Artık yoluna devam edemeyeceği için çok üzülmüş. Geri dönüp annesinden aynı eşekten bir tane daha yapmasını istemiş. Anne ikinci kez kül eşeği yapmış kızına yine aynı öğütlerde bulunmuş. Kız ertesi gün yola çıkmış. Bu kez ilk gittiği yolun iki katını gitmiş. Hava sıcak olduğundan kız çok susamış. Biraz ileride deli gibi akan bir ırmak görmüş. Susuzluğunu gidermek için eşekten inmesi gerekiyormuş. Eğer eşekten inerse eşek bozulur, inmez ise susuzluktan ölecekmiş. Dayanamayıp eşekten inmiş. Eşek yine bozulmuş. Irmağa doğru koşmuş. Kız koştukça ırmak uzaklaşıyormuş. Kız son gücünü kullanarak gözlerini kapatıp kendisini ırmağın içine atmış. Birden acı acı haykırmış. Gözlerini açtığında kendini kuru toprağın üzerinde bulmuş. Gördüğü ırmak serapmış. Bu defa da ağabeylerine kavuşamamış. Tekrar evine dönmüş. Bu kez annesi çok sinirliymiş ve kızına yüksek sesle şunları söylemiş.
-Bu sana yapacağım son kül eşeği. Bu defa da başaramazsan ağabeylerini bir daha hiç göremeyeceksin.
Kız bu son şansı iyi değerlendirmeliymiş. Bütün hazırlıklarını yapmış ve yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Kül eşeği sonunda kızı ağabeylerinin kapısının önüne getirmiş. Kız eşeğine “çüş” demiş. Eşeğin külleri savrulmuş. Fakat kız bu kez başarmış. Kapının tokmağını vurmuş. Evde kimsecikler yokmuş. Eve girmenin yolunu aramış. Evin camının açık olduğunu fark etmiş. Kız bu açık camdan içeri girmiş. Evde erkek kaldığı belliymiş. Çünkü her taraf dağınık ve pismiş. Kız evi temizlemiş. Akşam yemeğini yapmış ve yemeğin ortasına kaşığı dikmiş. Kız ağabeyleri gelmeden evin içinde bir yerlere saklanmış. Eve gelen ağabeyleri evin düzenli olduğunu görünce şaşırmışlar. Bu olayın üzerine fazla düşmemişler. Sofranın başına geçip yemeklerini yemişler. Daha sonra yataklarına gidip uyumuşlar. Ağabeyleri sabah olunca işe gitmişler. Saklandığı yerden çıkan kız işlerin başına geçmiş. Evi temizlemiş. Akşam yemeğini hazırlamış ve yine yemeğin ortasına kaşığı dikmiş. Ağabeyleri akşam eve gelmişler. Ev yine düzenli ve yemek yapılmış. Bu kez şüphelenmişler. Ertesi gün ağabeylerin en küçüğü evde bekçi olarak bırakılmış. Diğer ağabeyler evden uzaklaşmış. Kız küçük ağabeyinin evde olduğunun farkına varmadan saklandığı yerden çıkmış. Küçük ağabey onu yakalamış. Elini kolunu ve ağzını bağlamış. Akşam diğer ağabeyler gelince kızı sorguya çekmişler. Kız ağabeylerine kendini tanıtmış. Birbirleriyle hasret gidermişler. Büyük ağabeyi kıza:
-Biz sabahları evden işe gider, akşamları işten eve geliriz. Bütün gün evde yalnız kalacaksın. Kimseye kapıyı açma. Bir de dışarıda köpeğimiz var. Ona her gün yemek artıklarını ver. Sakın ola unutayım deme, demiş. Kız ağabeylerinin söylediklerine harfi harfine uyarmış. Bir gün köpeğe yemek artıklarını vermeyi unutmuş. Aç kalan köpek buna sinirlenmiş. Çatıya çıkıp bacadan aşağı işemiş. Kızın yanan ateşi sönmüş. Kızın yemeği hazır değilmiş. Ağabeyleri gelmeden ateşi yakıp yemek hazırlamalıymış. Ateş almak için hazırlanıp dışarı çıkmış. Biraz ileride bacası tüten bir ev görmüş. Ateş almak için eve doğru ilerlemiş. Eve ulaştığında kapının tokmağını vurmuş. Kapı açılmış ve kızı içeriye buyur etmişler. Bu evde altı kadın yaşarmış. Bu altı kadın bir devin esiriymiş. O akşamda dev evde uyuyormuş. Kadınlara kızın buraya neden geldiğini sormuş. Kız ateş alacağını söylemiş. Kadınlar kıza ateşi vermiş. Bu kadınlar çok iyi insanlarmış. Eve gelen misafirlerini boş göndermezlermiş. Kıza da ocağın üzerinde fokur fokur kaynayan kazandan bulgur çıkarıp vermişler. Kız verilen bulguru çıkınına koymuş. Ateşini de alan kız hızla evine doğru yol almış. Kızın çıkını çok eski ve yırtıkmış. Kız yürüdükçe yırtık çıkından bulgurlar dökülmüş. Kız evine vardığı zaman dev de uyanmış. Dev kızın kokusunu almış. Esirlerine eve gelen yabancının kim olduğunu sormuş. Esirlerinden cevap alamayan dev sinirle dışarı çıkmış. Yerde bulgurları gören dev bulgurları takip ederek kızın evine varmış. Dev kapının tokmağını vurmuş. Kız “kim o”? diye seslenmiş. Dev:
-Kapıyı aç kızım. Annen sana yüzük gönderdi, demiş. Kız kapıyı açamayacağını söylemiş. Dev:
-O halde parmağını uzat, demiş. Kız başparmağını uzatmış. Dev:
-Bu parmak olmaz, demiş. Kız işaret parmağını uzatmış. Dev bu parmağında olmayacağını söylemiş. Kız bütün parmaklarını tek tek uzatmış. En son serçe parmağına sıra gelmiş. Dev bu kez bir şey söylememiş. Kız parmağını içeri çekerken dev bir hamlede parmağı ısırıp koparmış. Kız olduğu yerde düşüp bayılmış. Dev kıza ulaşmak için kapıyı açmayı denemiş. Fakat o an birilerinin eve yaklaştığını görmüş ve oradan uzaklaşmış. Eve yaklaşan kişiler kızın ağabeyleriymiş. Onlarda kapıyı açmayı denemişler ve başaramamışlar. Küçük ağabey bacadan aşağı inmiş. Ağabeyleri kızı o halde görünce endişelenmişler. Kız uyanıncaya kadar başında beklemişler. Kız uyandığında olanları ağabeylerine anlatmış. Büyük ağabey:
-Korkma bacım biz gider devi öldürürüz, demiş. Ağabeylerinin evden çıkması ile karanlıkta kaybolması bir olmuş. Ağabeyler sabaha doğru eve gelmişler. Devi öldürmüşler. Devin altı esirini kızın altı ağabeyi kendilerine eş olarak almışlar. Daha sonra diller destan bir düğün yapmışlar. Evde bekar erkek olarak küçük ağabey kalmış. Kız buna üzülüyormuş. Küçük ağabeyinin de evlenmesini istiyormuş. Bir gün kız pencereden dışarı bakıyormuş. Pencerenin önüne bir serçe konmuş. Kız serçeye:
-Keşke sen de kız olsaydın seni de küçük ağabeyime eş olarak alırdım, demiş. O anda serçe güzel bir kız oluvermiş. Kız onu küçük ağabeyine eş olarak almış. Yıllar yılları kovalamış. Kız annesini ve evini özlemiş. Derin bir oh çekerek. Şunları mırıldanmış. “Ey! gökte uçan kuş, sana malum olsun ben annemi özledim. Hem annemi hem evimi ben köyümü özledim. Bu sözleri duyan büyük ağabey ev halkını büyük salona toplamış. Büyük ağabey:
-artık anamızın dizinin dibinde oturmamızın zamanı geldi de geçiyor. Cümbür cemaat annemin köyüne göç edeceğiz, demiş. Annesinin köyüne gelmişler. Bu köyde bir düzen kurmuşlar. Anne yılların verdiği yorgunlukla çökmüş ve yaşlanmış. Çocuklarını karşısında gören anne çok duygulanmış. Artık birlikte yaşıyorlarmış. Kız da yıllar geçtikçe git gide güzelleşiyormuş. Evlilik çağına gelmiş ve köyün delikanlılarından biri ile evlenmiş. Aile genişledikçe genişlemiş. Kızın annesi torun torba sahibi olmuş. Bu ailenin mutluluğu sonsuza kadar sürmüş. Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı okuyana biri dinleyene ve bir diğeri ise sonsuz mutluluğu yakalayan herkese.
Yazan : Kevser Kuzu / Lise
Kül Eşeği Kevser Kuzu masal oku masal arşivi en güzel masallar değişik masallar lise ortaokul ilkokul