Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir kadıncağızla bir adamcağızın Ali adını verdikleri bir oğulları olmuş. Olmuş ve herkesi şaşırtmış. Evet, çünkü bu çocuk parmak kadarmış!
Başta çok üzülmüş Ali’nin anne babası ama ‘eh, ne yapalım, Allah onu da böyle gönderdi... Nasıl olsa günü gelince o da büyür ’ diye avutmuşlar kendilerini.
Fakat gel zaman git zaman, bizim Parmak Ali büyümemiş. Parmak kadar kalmış.
Her akşam annesi sofraya bir çay bardağı ve içine de bir çay kaşığıyla iki üç damla çorba koyarmış Ali için. Yavrucak onunla doyarmış.
Anne baba çocuğumuzu kimseye göstermeyelim başına kötü bir şey gelmesin, herkes onunla alay eder diye düşündüklerinden zavallı Parmak Ali’yi kimseye göstermemişler.
Aradan seneler geçmiş, bizim parmak çocuğumuz 20 yaşına gelmiş. Hala parmak kadarmış ama öylesine kalın ve gür bir sesi varmış ki konuştuğunu duyan olsa bir dev konuşuyor sanırmış.
Ali hep evde saklanmak zorunda olduğu ve hiç arkadaşı olmadığı için günlerini yalnız ve üzgün geçiriyormuş.
Günlerden bir gün Ali’nin babası kasabadaki pazara gitmeye karar vermiş. Giderken Ali ‘Babacığım beni de yanına alır mısın?’ diye yalvarmış. Babası ‘Evladım’ demiş ‘Bugüne kadar seni sokağa çıkarmadım, hem sonra ben seni nasıl götüreyim? Nereye koyayım?’ demiş. ‘Orası kolay babacığım’ demiş Ali tok sesiyle. ‘Beni cebine koyarsın, kimse görmez. Cebine de küçük bir delik açarsın ben de hem hava alırım hem de dışarıyı görürüm’. Ne yapsın babası, ‘peki, oğlum’ demiş, pazara götüreceği çantaları hazırlamaya koyulmuş.
Hazırlığı bitince, cebinde küçük bir delik açmış, annesi Ali’yi öpmüş ve babasının cebine yerleştirmiş ve ‘yolunuz açık olsun’ demiş. Ali ve babası yola çıkmışlar.
Bütün gün yürüdükten sonra bir kervansaraya varmışlar. ‘Burada bu gece için bir oda tutacağız’ demiş babası ‘ve yarın sabah erkenden yola çıkacağız ki akşama eve dönebilelim’.
Bir günlük yolculukta gördükleri ve hayatında ilk kez evinden başka bir yerde uyuyacağı için sevinçten hoplayıp zıplayıp ‘Ne güzel! Bir kervansarayda kalacağıma inanamıyorum’ diye bağırmış Ali.
Ali’nin babası odanın parasını vermiş ve torbalarını odaya çıkarmış. Elini yüzünü yıkamış ve cebinde Ali’yle aşağıya otelin lokantasına inmiş. Kendi yemeğimden birkaç lokmayı Ali için cebime atarım diye düşünmüş.
Tam yemek servisi başlarken bir grup hırsız dalmış içeri. Çatık kaşlı, kötü yüzlü üç adam silahlarını çekmişler ve lokantadaki herkese ceplerinde ne kadar para, üstlerinde ne kadar mücevher varsa hepsini hırsızların birinin taşıdığı torbaya atmalarını söylemişler. Herkes, Ali’nin babası da dâhil olmak üzere, çok korkmuş ve hırsızların dediğini yapmaya başlamışlar.
Birden bire, çok yüksek ve kalın bir ses duyulmuş. ‘Atın elinizden tabancaları! Şimdi geliyorum! Hepinizi yakalayıp polise vereceğim’ diye bağırmış ses. Kimse sesin nerden, kimden geldiğini bilmiyormuş. Hırsızlar lokantada her yeri aramışlar ama kimseyi bulamamışlar. Ses tekrar duyulmuş: ‘Sözümü dinlemezseniz sizi pişman ederim ve yıllarca hapiste yatarsınız!’
Lokantada konuşan kimse olmadığı için hırsızlar sesin bir hayalete ait olduğu kararına varmışlar. Ve polisten çok hayaletlerden korktukları için, silahlarını ve topladıkları bütün değerli eşyaları bırakıp arkalarına bile bakmadan kaçmışlar.
Lokantadakiler hırsızlar gitti diye rahat bir nefes almışlar ama sesin bir hayaletten gelmiş olması onları da korkuttuğu için odalarına kaçmak için koşuşturmaya başlamışlar.
‘Korkmayın’ demiş Ali’nin babası. ‘Konuşan hayalet değil. Benim oğlum’. Ve Ali’yi yavaşça cebinden çıkarıp masanın üstüne koymuş.
‘Eminim hırsızlar bir daha gelmezler buraya’ demiş Ali kalın sesi ve gülen yüzüyle.
Herkes şaşkın şaşkın bakıyormuş birbirlerine. Hayatlarında ilk kez parmak büyüklüğünde birini görüyorlarmış. Ama her şeyden önce, Ali’ye paralarını ve hatta belki de hayatlarını borçlu olduklarını biliyorlarmış. O yüzden hepsi tek tek Ali’ye teşekkür etmiş ve elini sıkmış. Ve Ali’nin babasını böyle cesur bir oğlu olduğu için kutlamışlar.
Sabah olunca, Ali ve babası kervansaraydan pazara gitmek için ayrılmışlar. Ali’nin babası oğlunu cebinde saklamak yerine omzuna koymuş. Bütün sabah pazarda ve sonra eve giderken yolda, onlarca kez durup herkese tanıştırmış Ali’yi. Ve gururla önceki gece olanları, Ali’nin herkesi hırsızlardan nasıl kurtardığını anlatmış.
Baba oğlun eve doğru geldiğini pencereden gören anne korkuyla dışarı fırlamış, ‘ Ne yapıyorsunuz, ya biri Ali’yi görürse?’ diye bağırmış. Ama yaşlı adam gülümsemiş ve kervansarayda olanları ve Ali’nin herkesi nasıl kurtardığını anlatmış. ‘Oğlumuzdan utanmakla büyük bir hata yapmışız karıcığım. Ali’yi evde saklı tutmamalıydık. Ali’yle gurur duymalıyız’ demiş. Ali’nin annesi de gerçekten gurur duymuş oğluyla ve bundan sonra hiç bir zaman oğlundan utanmamaya ve onu saklamamaya söz vermiş.
O günden beri, Parmak Ali anne babası nereye giderse hep onların omuzlarına oturmuş ve daha birçok yer görüp macera yaşamış.
Gökten üç elma düşmüş, biri Ali’nin başına, biri anlatanın başına, biri de dinleyenin başına. Ve hepsi mutlu ve macera dolu günler yaşamışlar.
source : worldstories.org.uk
Parmak Ali masal oku masal sitesi Türk Masalları değişik masallar masallar masal arşivi masal kitabı Ali Thumb