Bir adamın üç tane oğlu varmış. Çocuklar yetişip büyüyünce, babaları bir gün çocuklarına:
“Evlatlarım, büyüyüp kocaman delikanlı adam oldunuz. Artık evlenme çağınız geldi. Sizi evlendireyim.” der. Çocuklar da:
“Baba, biz tek tek evlenmeyiz. Üçümüzde bir evden üç kardeş alırsak evleniriz. Başka türlü de evlenmeyiz.”
“Saçmalama oğlum, bir evde üç kız kardeş yoktur!”
“Olursa öyle evleniriz, olmazsa evlenmeyiz.” derler.
Adam çocuklarına ne söylediyse güç yetirememiş. Bir tepenin altında da kalaba bir köy varmış. Adam çocuklarına:
“Peki, üçünüzde elinize üç ok alın ve filan köyün tepesine çıkın. Üçünüz birden oklarınızı atın, kimin oku hangi bacadan girerse, o evde de kız varsa, o kızı size alıvereyim. Buna razı olur musunuz?”
“Tamam, oluruz.” derler.
Çocuklar köyün başına gidip, üçü aynı anda okları atarlar. Oklardan iki tanesi gidip bir bacadan girer, öbürü de bir tane kurbağanın ayağına batar. Okların girdiği yerde de iki tane kız kardeş varmış. Adam büyük oğlanla, ortanca oğlana bu kızları alıverir. Küçüğünün attığı oku ararlar tararlar fakat bir türlü bulamazlar. En sonunda derenin kenarında bir kurbağanın ayağına saplanmış bir şekilde bulurlar. Küçük oğlan kurbağayı görünce:
“Ben bunu alırım.” diye ısrar eder. Herkes:
“Sen kurbağayı ne yapacaksın?” deseler de oğlan:
“Benim nasibim buymuş.” diye vazgeçmez. Oğluna sinirlenen babası, dağın başında bir ev yaptırarak küçük oğlanı oraya atar. Oğlan da derenin kenarındaki kurbağayı bulduğu bir kafese koyup eve getirir.
Kurbağa evde kafesinin içinde dururken oğlan da her gün ormana ava gidermiş. Kurbağa aslında bir peri kızıymış. Oğlan her gün ava gidince kafesinden çıkar oğlanın getirdiği avı temizleyip, sofrayı kurar, etrafı da iyice temizledikten sonra tekrar kurbağa olup oğlan eve gelmeden kafese girermiş.
Oğlan eve gelince bakar ki, sofra kurulmuş, temizlik yapılmış. Her gün böyle olunca oğlan bunları kimin yaptığını merak etmiş. Hemen kardeşinin karısına sorar.
fakat o da ben yapmadım deyince bir gün ava gidiyorum diye tekrar evden çıkar. Fakat ava gitmez. Bütün bu işleri kimin yaptığını öğrenmek için evi gözetlemeye başlar. Oğlanın gittiğini gören kurbağa hemen kafesten atlayıp kıza dönüşür ve yemekleri yapmaya başlar. Bunu gören oğlan dayanamayıp hemen kızın yanına koşarak gelir ve atlayıp kızı yakalar. Kız da kafese girmeye çalışır fakat yarısı girince oğlan kızı tutup dışarı çeker. Kızın büyüsü de ancak kafese girince gerçekleşiyormuş. Kurbağanın kız olduğunu gören oğlan, tekrar kızın kurbağa olmasını istemediği için kafesi yakar. Kız, oğlana:
“Kafesi yakma, başına çok kötü işler gelir. Nasıl olsa ben sana aidim.” der. Oğlan, sen yine girersin diyerek kafesi yakar. Bundan sonra herkes kızı görür.
Kızı görenler padişaha gidip:
“Senin küçük oğlunun bir karısı var, öyle güzel böyle güzel...” diye överler.
Bu kızı merak eden padişah bir yemek tertip edip herkesi saraya çağırır. Bu oğlanı da özellikle eşiyle beraber çağırır. Yemekte de oğlunun karısından güzel başka bir kadın yokmuş. Padişah oğlanın karısını görünce:
“Ben bu oğlanı öldüreyim de bu kadını ben kendime eş alayım.” der. Ama nasıl öldüreyim, nasıl öldüreyim, diye düşünmeye başlar. En sonunda:
“Ben buna üç tane şart dileyeyim, bunlardan bir tanesini yapamazsa bunu öldürürüm.” der. Oğlanı çağırıp: dersimiz.com
“Bak oğlum, sen cezalısın. Sana üç şart veriyorum. Eğer bu şartları yerine getirirsen seni affederim. Eğer yapamazsan seni asarım. Birinci şartım:
“Benim askerlerimi bir gün doyuracaksın.” der.
Padişahın da dünya kadar askeri varmış. Oğlan sadece avla geçindiği için askerleri doyurması imkânsızmış.
“Eğer doyurmazsan kelleni alırım.” der.
Oğlan ağlaya ağlaya eve gelir. Karısı, oğlanın ağladığını görünce: “Ne bu surat, ne bu vaziyet?” diye sorar.
“Ya hanım sorma, mesele böyle böyle.”
“Ben sana benim kafesimi yakma dememiş miydim?” Neyse hadi yat.
Kadın, sabahleyin erkenden adamı kaldırıp önceden adamın kadını bulduğu derenin yanına gönderir. Oraya varınca “Arap” diye bağırmasını söyler. Sen bağırınca bir Arap çıkar. O zaman ona, “Kızın sana selamı var, en büyük sofranı alıveresin.” dediğin zaman o sana alıverir.” der.
Oğlan, sabah erkenden kalkıp derenin yanına gider. Arap diye bağırınca uzun boylu bir Arap çıkar. Oğlan:
“Kızın selamı var, en büyük sofrasını vermesini istedi senden.” deyince Arap gidip bir tane kabuklu ceviz getirir. Adam da kendi kendine:
“Bu ceviz kime yeter.” diyerek cevizi kıza getirince kız:
“Babana askerlerini falan yazıya toplamasını söyle. Askerler toplanınca orda cevize açıl cevizim açıl deyince ceviz hemen açılır.” der.
Babası, askerlerini oğlanın dediği yere toplayıp oğlanın gelmesini bekler. Kimse de oğlandan böyle bir şey ummamaktadır. Oğlan hemen, “Açıl cevizim açıl.” deyince, tek kuş sütü eksik bir sofra açılır. Asker sofradaki yemeklerden yemiş fakat sofrada geriye kalan yemek bir o kadar askere daha yetiyormuş.
Yemek bittikten sonra oğlan, “Kapan cevizim kapan!” deyince ceviz kapanır ve oğlan cevizi cebine koyar. Padişah bu duruma çok şaşırır. “Bu oğlan bunu nasıl yaptı?” diyerek kendi kendine düşünmeye başlar.
Padişah, oğlana ikinci şartı söyler:
“Bir salkım üzüm bulacaksın, o salkım benim askerimin hepsine yetecek ve bir tane de artacak.” der. O zamanın mevsim de kış olduğu için üzüm bulmak imkânsızmış.
Oğlan eve gelince babasının ikinci şartını karısına söyler. Karısı yine:
“Ben sana benim kafesimi yakma demedim miydi?” Sabahleyin yine derenin yanına gidip “Arap” diye bağır. Arap’a “Kız senden en küçük bağını istedi, de.” der.
Sabah olunca adam “Arap” diye bağırır ve Arap hemen çıkıp gelir: “Ne var, ne istiyorsun.” der.
“Kız senden en küçük bağını istedi.” der.
Arap da hemen bir salkım üzüm getirip adamın eline verir. Adam da: “Bu bir salkım üzüm kime yeter.” der.
Adam salkımı alıp gelirken yolda hamile bir kadına rastlar. Kadın da hamile olduğu için aşeriyormuş. Kadın adamın elinde üzümü görünce canı istemi. Adama:
“Bana şu üzümden bir tane versene.” der.
Kadının ısrarına dayanamayan oğlan, kadına bir tane üzüm verir. Oğlan yemek yedikleri tepeye gelince yine askerleri toplayıp üzümü onlara verir. Üzüm yedikçe çoğalır, yedikçe çoğalır. Fakat bir tane artmaz.
Padişah, oğluna:
“Hani bir tane de artacaktı, ama artmadı.”
“Baba ben yolda gelirken hamile bir kadına rastladım. Üzümün birini ona verdim.” der.
Padişah, oğlanın üzüm verdiği kadını buldurur üzümü sorar. Bunu duyan padişah ikinci şartım da tamam, der.
Daha sonra padişah üçüncü şartını oğlana söyler:
“Bana iki karış boyu, bir karış da sakalı olan bir Köse bulacaksın.” der.
Oğlan bunu duyunca şaşırıp kalır. “İki karış boyu, bir karış da sakalı olan birisini nasıl bulacağım?” diye düşünmeye başlar. Oğlan eve gelince tekrar kara kara düşünmeye başlar. Karısı gelir:
“Hayırdır, neden düşünüp durursun?”
“Babam bugün yine bir şart söyledi. İki karış boyu, bir karış da sakalı olan bir
Köse bulmamı istedi.”
“Ben sana demedim mi benim kafesimi yakma başına kötü bir şey gelir diye. Sen yine sabahleyin erkenden derenin yanına git. “Arap” diye bağır, o yine gelir. Sen ona: “Kızın selamı var, senden en büyük kösesini istedi.” dersin. O zaman Köse’yi sana hemen getirir.” der.
Oğlan sabahleyin erkenden gidip “Arap” diye bağırır. Arap’a: “Kız senden en büyük Köse’yi istedi.” der.
“Ya ben onları başımdan attıydım amma sen âmin de, ben de dua edeyim o zaman gelir.” der.
Arap, dua edip oğlan da âmin deyince köselerin hepsi birden gelir. Fakat padişahın dediği Köse de geç gelir. Gerçekten de Köse’nin iki karış boyu, bir karış da sakalı vardır. Arap, Köse’yi çuvala koyup oğlana verir. Oğlana:
“Köse’yi sakın çuvaldan çıkartma.” der.
Oğlan, çuvalı sırtına yükleyip gelirken Köse, çuvalın içinde ikide bir, “Beni bırak, ben boğuluyorum.” dese de oğlan köseyi padişahın yanına getirir.
Padişah da sarayın balkonuna oturup tam çay içerken oğlanın geldiğini görür ve oğlana:
“Köse’yi getirdin mi?” “Getirdim.”
“Çıkart bakalım.” der.
Oğlan çuvalın içinden Köse’yi çıkartır. Gerçekten de Köse’nin iki karış boyu, bir karış da sakalı vardır. Köse:
“Beni neden buraya istedin padişahım?” der.
Padişah Köse’ye mantıklı bir cevap veremez. Boşuna geldiğini anlayan Köse, padişaha:
“Göbeğine kadar inşallah taş olursun.” deyince padişah olduğu yerde göbeğine kadar taş olur. Padişah taş olunca Köse’ye:
“Aman Köse ben ettim sen etme, beni ne olursun kurtar.” deyince Köse bu sefer de, “Gırtlağına kadar taş ol.” der.
Padişah bu sefer de gırtlağına kadar taş olur. Padişah artık Köse’ye yalvarıp yakarmaya başlayınca Köse:
“Her yerin taş olsun.” der ve padişahın her yeri taş olunca heykel gibi oturduğu yerde kalır.
Oğlan da kızın sayesinde babasının şartlarını yerine getirip ölmekten kurtulur. Babası açgözlülüğünü canıyla öder, Oğlan tahta geçer, oğlanla kız ölene kadar mutlu bir hayat sürüp giderler.
Peri Kızı Kurbağa masal oku masal sitesi değişik masallar masal kitabı en güzel masallar okul öncesi çocuk masalları perili masallar