Bebecik
Gün ağarmadan, bir çocuk doğuyordu
Çok uzaklarda
Medeniyetin ulaşamayacağı kadar yüksek
Yolun yetişemeyeceği kadar uzak
Fakir bir köy burası
Yaşamaya ilk adımını atarken
Yürekleri parçalarcasına
Onu bekleyen zorlukları bilir gibi
Kaderini kabullenmiş ağlıyordu bebecik
Zaten doğumu yada ağlaması
Kimse için önemli değildi ya
Daha birkaç günlükken
Sırtına bağlanmıştı anasının
Çalışmaya giderken tarlaya
Nasırlı elleriyle bağrına basardı anası
Kimi zaman
Kızgın güneşte emzirmek
Alnındaki terleri silmek için
Uğraşır dururdu gün boyu
Tarlada başlamıştı yürümeye bebecik
Yalınayak
Tarlaydı onun her şeyi
Oyun bahçesi,oyuncağı, okulu
Tüm dünyası tarlada şekilleniyordu
Şimdiden başlamıştı
Kıraç toprakla boğuşmaya
Bir akşam hastalanmıştı bebecik
İçindeki sefaleti,suskunluğu atmak ister gibi
Öksürüyordu boğulurcasına
Komşu kadınlar nane,ıhlamur deyip
İlaç hazırlarken kendilerince
Tarlaya gidemediği için
Sessizce ağlıyordu bebecik
Oyuncağı kırılmış çocuk misali
Kaderine isyan ediyordu gizlice
Başucunda hocaların okuması da
Fayda etmemişti bir türlü
Kasabaya inmeye karar verilirken
"belki fakiriz dersek doktor para almaz" diye
Umutlanıyordu anası
Yılların yorgunluğunu
Sefaleti,acıyı
Unutuvermişti bir anda
Gözlerinden süzülen yaşlarla
Akıvermişti sanki yaşamından
Gözyaşı bittiğinde
Aydınlanmıştı her taraf
Umut,çare dolmuştu
Tek göz odaya
Sabaha dek.
Oysa…
Gün ağarmadan o gece
Bir çocuk ölüyordu çok uzaklarda
Kavuşmadan gençliğine
Hayalleriyle,
Olmayan oyuncaklarıyla
Vedalaşmadan
Doktorun ulaşamayacağı kadar uzak
Yolsuz…
Okulsuz…
Ve..
Kapkaranlık …
Yaslı bir köy burası…
Abdulkadir Nur GÖRDÜK Şiirleri
Henüz Yorum Yazılmamış.
İlk Yorumu Siz Yazabilirsiniz.
Kimim Ben
Kimim ben?
Neden yaratıldım?
Şiir yazmak için mi?
Şarkı yazmak için mi?
Koyun, inek bakmak için mi?
Tarlaya gitmek için mi?
Otellerde çalışmak için mi?
Çocukken oynamak için mi?
Okula gitmek için mi?
Ne için?
Yaşadığı hayata giren daha bir çok şeyle.
Yaşadım.
Yaşıyorum.
Bülent Tüsen
Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Son Hatıra
Bu gelen, sonbaharın ayak sesleri
Hüzün var yine bugün, rüzgâr sesinde.
Ayrılık şarkısını, çalarken sazlar
Son buluşmamız senle, kır kahvesinde.
Yüzündeki çizgiler, derin ve hisli
Saklıyor, yaşanmamış hayallerini.
Senden bana kalacak, en son hatıra
Bir tel saç yeter, al artık ellerini.
ARALIK- 2008
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Abdulkadir Nur GÖRDÜK
Diyarbekir
Bereketli vadiyi yaran Dicle’ye bakıp,
Fiskaya’nın başına otur, biraz nefeslen
Selahaddin Eyyubi otağ kurmuş karşıda
Tarih karanlığından surlara doğru seslen.
Asurlu, Pers, Emevi, Abbasi, Selçuklular,
Artuk, Eyyubi, Akkoyun, Osmanlı derken.
Hüküm sürmüş asırlarca, bu muhterem şehirde
Tarihine saygı ile değer vermiş, giderken.
Çevresi kalkan gibi, karataşla örülü
Çin seddinden de eski, surların Diyarbekir
Seksen iki burcu var, onaltı da kalesi
Beşbuçuk kilometre, turların Diyarbekir
Kırklar dağı etekleri, kör olası Suzan’la.
Türkü olup iz bırakmış, yanık Celal sesinde.
Şeyh Muhammed düzlüğü, mezarlık arenası
El üstünde taşınanı, saklıyor sinesinde.
On gözlü köprü hala, duruyor asaletle
Azgın suyun karşısında, o eğilmez başıyla.
Ne canlar yitirilmiş, bu mahzun memlekette
Neler görmüş kim bilir, şu ihtiyar yaşıyla.
Yapılış esnasında, hikayeleri farklı
Burçlardan Yedikardeş, Keçi ve Evli beden
Ustanın sanatına, çırağın haykırışı
Geçmişte ölümüne savunulmuş kaleden.
Çevresini kuşatan yüksek ve geniş surda
Güneşin batımıyla, kapanırmış kapılar.
Mardin kapı, Urfa kapı, Yeni kapı bazısı
Saymakla bitmiyor ki, tarih yüklü yapılar.
Çay önü sahilinde kumlu, çakıllı yerde,
Yetişen karpuzları her bir deve heybesi
Şerbetçi Bave Alo, sallarken taslarını,
Meyan kökü, yaz sıcağının özlenen sesi.
Melekahmet, İskender, Behram, Fatih paşalar
Yönetim kademesi Lala, Defterdar, Kadı
Kimi mektep, kimi cami, kimi aşhanesiyle,
Dünya da dua ile, yad edilmek muradı.
Dört mezhebin aynı anda kullandığı bir mabed.
Ulu cami, islamın beş hareminden biri.
Avlusunda gün saati, şadırvanı muhteşem
Asırlardır ayakta, eskisi kadar diri.
Yıllarca kiliseyle dostça komşuluk yapan,
Dört ayaklı minare, Akkoyunlu eseri.
Diğer adı Şeyh Matar, gavur mahallesinde,
Dört sütun üzerinde, bir denge şaheseri
Alimler yetiştirmiş, müfessirler sayısız.
Zinciriye, Mesudiye eğitim medresesi
Hasanpaşa, Çiftehan, Deliller hanı ise,
İlim yolculuğunda sanki konak adresi.
Elyesa ve Zükifl adı Kuran da geçen,
Peygamber ikiside, Yaradan sevgilisi.
Zennun,Hallak,Danyal,Harun,Hürmüz nebiler
Eğil ilçemizdedir, hem mübarek hepisi.
Tanrısıyla barışık, hem veli kullarından,
Sarı Saltık, Hintli baba, Zincirkıran türbesi
Vatanından kopup gelmiş, Halit oğlu Süleyman,
Manevi fatihimiz, Peygamber sahabesi.
Camilerle iç içe, ezan ve çan sesleri.
Şemsiler tapınağı, Küçük ve Meryemana.
Başka dinleri temsil, anılan bu mekanlar
İbadethane olmuş, gayri Müslim insana.
İnsanlık tarihiyle önem bulmuş nezafet.
Vahab ağa, Çardaklı, Paşa, Deva hamamı.
Kim yakmış külhanını, acep kimler yıkanmış,
İzleri de tarih olmuş, hayal olmuş tamamı.
Arbedaş ve Hançepek, namı yürümüş muhit
Özü doğru, sözü söz, mert olanların yeri
Küpeli, Dıngılhava serinleme noktası
Bedenden atlayanlar, delikanlının seri.
Sanırım benzeri yok, Allah’ın bir rahmeti
Diyarbekir’le özdeş, adı Hamravat suyu.
Hatun kastalı yıkık, Anzele çok derinde,
Dibinden kaynar gibi, Yusuf’u alan kuyu.
Cahit Sıtkı, yanılmış yolun yarısı derken,
Kırk altıda kapanmış, bu Dünyaya gözleri.
Süleyman Nazif, Ali Emiri, Ziya Gökalp’ler
İlim, irfan yuvasının dışa vuran yüzleri.
Diyarbekir evinin, genişçedir eyvanı.
Bazalt taştan avluda, havuzla, tulumbası.
İpekten şal dokuyan değerli ustaları,
Altından hasır örer, bakırı ayran tası.
Saklarsın yüreğinde, her türlü güzelliği.
Şehr-i kadim Diyarbekir, en onulmaz kalemsin
Kalamam senden ayrı, özlerim her şeyini
Sen benim korunağım, evimsin, ailemsin.
Eylül/2008
Ecz.Abdulkadir Nur GÖRDÜK
(Şiirim 21 kıta ve Diyarbekir kokuludur)
Abdulkadir Nur GÖRDÜK