Yazan: Cumhur AY – e-mail: ay_cumhur@hotmail.com – İzmir.2012
Skeç: Kırmızı Düğme
(Sahnede bir masa ve iki sandalye, masanın üzerinde kırmızı bir telefon ve açısı seyirciye doğru bir kutu, kutunun üzerinde ise kırmızı bir düğme vardır. Arkada duvarda “NASA” yazılı bir tabela. Adam sandalyede kaykılmış, telefonla konuşmaktadır.)
Rıfkı: Aloooo… Cemil abi… Sesim geliyo mu abi?... Rıfkı ben Rıfkı... İyidir abiciğim ya, ne olsun?... Sen nasılsın, yenge, çocuklar?... Kahvede durumlar nasıl, arkadaşlar iyiler mi?... Güzel, güzel… İşe başladım ben abi, çalışıyom… Evet, evet, sonunda ayarladık bi iş… Nerde mi? Amerika’da… Evet, Amerika’da. NASA’da… Bildiğimiz NASA ya, hani şu Amerikalıların füze müze işleri varya o NASA… Evet abi, evet. Bizim Hüseyin Enişte çalışıyo burada, teyzemin kocası… sağolsun yardımcı oldu, başladık işte… Onları da getirdim abi, hanım da oğlan da Amerika’da… Yeni daha ya, bir iki gün oldu… Sigorta mı? Var abi… Yemek, servis, lojman hepsi var abi… Burası çok kalabalık da, benim çalıştığım yer fazla kalabalık değil… Bi müdür var başımda bi de ben… Tamam abi, görüşürüz. Arkadaşlara çok selam… Tabi, tabi. Yazın gelicez. Görüşürüz inşallah… Selamlar abi. (Telefonu kapatır. Elindeki bezle masayı silmeye başlar.)
Mişel: (Takım elbiseli, gözlüklü. Girer telaşlanır.) No, no, no. Mistır Rifki, ne yapiyor siz?
Rıfkı: Toz alıyorum ya, nooldu ki?
Mişel: No, no, no. Toz almamak, toz almamak hiç. Bu düğme çok önemli. Hiç yaklaşmamak yanına.
Rıfkı: Tamam da Mişelciğim, toz toprak içinde mi oturalım ya?
Mişel: Size hep söylüyor ben. Siz burada oturmak sadece, hiçbir şey yapmamak. Bir şey şey lazım olmak, siz gitmek getirmek. O kadar.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam. (Oturur.)
Mişel: (Yerine oturur, kollarını bağlar, beklemeye başlar.)
Rıfkı: (Mişel’i taklit eder. Kollarını bağlar beklemeye başlar. Birkaç saniye sonra sıkılır.) Ne işe yarıyor bu düğme?
Mişel: (İstifini bozmadan) O düğme çok önemli olmak.
Rıfkı: Anladım önemli de, ne işe yarıyo?
Mişel: (Kafasıyla sağı solu kontrol eder.) O düğme… O düğme… (Abartılı) Tap sikrıt.
Rıfkı: Yalnız düzgün konuşalım, öyle siktirli miktirli, ayıp oluyo ama.
Mişel: No, no. Tap sikrıt, tap sikrıt. Yani nasıl diyor siz Çok Gizli.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim gizlidir de, bizbizeyiz burada Allah aşkına ya. Kimse duymaz, hadi söyle ne işe yarıyo?
Mişel: Mistır Rifki, bizim Amerikalılar derki; “Ne kadar merak, o kadar”…
Rıfkı: Hop, hop devamını getirme bozuşuruz.
Mişel: No, no, no. Kötü bi şey olmamak. “Ne kadar merak, o kadar bela”
Rıfkı: Ne biçim atasözü bu, ne uyak var, ne kafiye.
Mişel: Türkçe söylemek ben onun için uymamak. İngilizce söylemek, o zaman uymak.
Rıfkı: Okey, okey. (Tekrar kollarını bağlayıp otururlar. Bir süre sonra sıkılır.) Peki, şimdi ben bi kere bassam bu düğmeye (hamle eder basmak için) ne olur?
Mişel: No, no, no. Ne yapıyor siz? Çıldırdınız mı?
Rıfkı: Ya bi kereden bi şey çıkmaz ki, noolcak ki? basayım mı ha, basayım mı? Noolur bi kere, bi kere?
Mişel: Siz öldürmek mi istiyor bizi?
Rıfkı: Ne öldürmesi ya, alt tarafı bi düğme.
Mişel: Rifki bey, bu düğme, sadece bi düğme olmamak.
Rıfkı: Ya ne olmak peki?
Mişel: (kafasıyla sağı solu kontrol eder.) Bu düğme… Bu düğme… Nükleer bi düğme.
Rıfkı: Nükleer mi? O ne demek ya?
Mişel: Yani bu düğmeye basmak ve üçüncü dünya savaşı çıkmak.
Rıfkı: Üçüncü dünya savaşı mı?
Mişel: Evet, evet. Üçüncü dünya savaşı. Bu düğmeye yüzlerce nükleer bomba bağlı olmak. Basınca hepsi havalanmak.
Rıfkı: Yapma ya. Abovvv. Pek marifetliymiş meret. (kolları bağlarlar, beklemeye başlarlar. Sıkılır. Telefonu kaldırır.) Kırmızı düğmeye iki çay, biri açık olsun.
Mişel: Ooooo, Mistır Rifki, ne yapmak siz?
Rıfkı: Çay söyledim ya. Nooldu ki?
Mişel: Mistır Rifki, Mistır Rifki, ne yapiyor siz, ne yapiyor siz?
Rıfkı: Nooldu ya, Allah Allah?
Mişel: Bu telefon, çok önemli bir telefon.
Rıfkı: Önemli mi? Ulan burada da önemsiz hiç bi şey yok, anasını satim.
Mişel: O telefon, kirmizi telefon.
Rıfkı: Eeee, ne olmuş, kırmızıysa?
Mişel: Kirmizi telefon diyorum anlamiyor siz. Çok önemli, çok önemli.
Rıfkı: Ya anladım kardeşim, anladım. Telefon önemli. Önemli de neyi önemli? Normal sıradan, kırmızı bir telefon işte.
Mişel: Bu telefon çalmak, biz açmak, sonra bu düğmeye basmak. Sen anlamak?
Rıfkı: Annamadım Mişelciğim annamadım. Niye biz bu telefondan sonra basıyoz düğmeye?
Mişel: Talimat gelmek bize bu telefondan. Başkan aramak talimat vermek, basın diye.
Rıfkı: Kim bu başkan ya?
Mişel: Amerikan Başkan. O bizzat aramak bizi, söylemek basın diye.
Rıfkı: O aramazsa basamaz mıyız?
Mişel: No, no, no. Bizzat başkan aramak. Başkası olmaz. O yüzden, telefon meşgul etmemek biz.
Rıfkı: Haaa, anladım şimdi. (Kolları bağlarlar.)
Mişel: (Telefon çalar. Heyecanlanır.) O şit. O may gat, o may gat. Telefon çalmak, telefon çalmak Rifki.
Rıfkı: Tamam, kardeşim duydum. Çalıyo tamam. Heyecanlanma bakıver, ne sitres yaptın bu kadar?
Mişel: Telefon diyor ben, telefon çalmak. Anlamıyor sen.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam açıver hadi. Bak sen açmazsan ben açıcam ha.
Mişel: (Çekinerek kaldırır telefonu.) Alo?... Rifki? (şaşkın telefonu Rıfkı’ya uzatır.)
Rıfkı: Alo. Kazım abi, sen misin abi? Vay, vay, vay. Kazım abime bak sen ya… Telefonu nerden buldun?... Cemil abi mi verdi?... (ahizeyi kapatır. Mişel’e) Sabah Cemil abiyle görüşmüştük, numara çıkmış, o vermiş telefonu. (Telefona) Vallah ne olsun abi ya, çalışıyoz işte… İşler iyi… Güzel abi güzel, on numara iş vallah… Siz naapıyonuz… Kahvede misin? Çok selam söyle arkadaşlara… Bi müdür var başımda abi o kadar, onla ben yani. Ederiz abi, ederiz… (ahizeyi kapatır. Mişel’e) Selamı var… (Mişel şaşırır, kinayeli) O da selam söylüyo abi… Tamam canım abicim görüşürüz… Herkesi öp benim için… Eyvallah abi eyvallah… (Telefonu kapatır.) Çok kral adamdır Kazım abi, senden iyi olmasın. Çok muhabbetlerimiz oldu kendisiyle. Çok severim çok. (Dalar.) Senin memleket neresi Mişelciğim?
Mişel: Memleket?
Rıfkı: Anne baba nereli yani?
Mişel: Anne baba?
Rıfkı: Ooooo, işimiz var seninle. Nerelisiniz diyorum ya, nerde doğdun?
Mişel: Dakota. Güney Dakota.
Rıfkı: Biz Bulgar göçmeniyiz. Annemle babam ellilerde göç etmişler. Ben Balıkesir’de doğdum. Sen gidip geliyon mu memlekete?
Mişel: No, ben burada yaşamak.
Rıfkı: Olmaz ama arada gitmek lazım, anne babayı ziyaret edicen. Hep iş, hep iş olmaz. Bi yere kadar. (kolları bağlarlar.)
ANONS: Mistır Rifki, mistır Rifki ziyaretçileriniz var.
Rıfkı: Allah, Allah, kim geldi ki acep?
Fatma: (Yanında bir çocukla içeri girer.) Vallahi Rıfkıcığım, tutturdu illa babamın işyerine gidicem diye, zapdedemedim bi türlü.
Rıfkı: Hiç önemli değil hayatım, gelin gelin. Mişel yabancı değil. Mişel tanıştırayım karım Hatice, oğlum Osman.
Mişel: Ama mistır Rifki kimse girmemek buraya. Çok gizli olmak burası.
Rıfkı: Ya Mişelciğim sıkma canını fazla oturmazlar onlar, bi beş dakka oğlan görsün babasının işyerini, giderler hemen. Dur hayatım dur, şurdan iki sandalye kapayım size.
Hatice: Hayırlı işler Mişel bey kolay gelsin.
Osman: Kolay gelsin Mişel amca.
Mişel: Mersi, mersi.
Osman: Mişel amca naapıyonuz siz burada?
Mişel: (Cevap veremez sinirlenir. Kafasını öbür tarafa çevirir.)
Osman: Bu düğme ne? Ne işe yarıyo?
Mişel: No, no, no. sakın sakın. Yok dokunmak. No, no, no.
Hatice: Elleme çocuğum elleme. Ben sana ne dedim, yaramazlık yok diye. Kusura bakma amcası, çocuk işte.
Rıfkı: (İki sandalye getirir.) Eveet, oturun bakalım.
Hatice: İşiniz çoksa rahatsız etmeyelim Rıfkı. Çok oturmucaz zaten. Oğlan istedi, bi görelim dedik işyerini.
Rıfkı: Olur mu ya, o kadar yol gelmişsiniz. Oturun, oturun. Ne söyleyim size, ne içersiniz?
Hatice: Eh, ben bi çay alayım o zaman. Osman sen?
Osman: Ben meyve suyu istiyom. Şeftali.
Rıfkı: (Telefona sarılır. Mişel sinirlenir.) Alo, kırmızı düğme odasına, bi çay, bi de meyve suyu. Şeftali.
Mişel: Mistır Rifki ne yapiyor siz. Ne dedim ben size. Bu telefon kullanmak yok.
Rıfkı: Kusura bakma Mişelciğim ya, daldım vallah.
Hatice: Neden kullanmıyonuz telefonu Rıfkı. Telefon yasak mı?
Rıfkı: Bu telefon kırmızı telefonmuş hayatım. Ondan.
Hatice: Ne oluyo kırmızı olunca?
Rıfkı: (Alçak sesle.) Başkanın.
Hatice: Başkan mı? Ne başkanı?
Rıfkı: Büyük patronun yani, sadece o arıyomuş.
Mişel: O, Rifki, bunlar devret sırrı olmak. Sen konuşmamak bunları.
Rıfkı: Tamam Mişelciğim tamam. Eeee, nasıl buldunuz işyeri mi?
Hatice: Vallahi güzelmiş, ferah, düzenli. Ama sıkıcı sanki biraz.
Osman: Baba ne yapıyonuz siz burada?
Rıfkı: Çok önemli bi görevimiz var Osmancığım.
Osman: Ciddi misin, neymiş o görev? Ajanlık falan mı?
Rıfkı: Yok yok, çok daha önemli bi görev.
Osman: Daha mı önemli, yapma ya. Naapıyonuz baba ya, söyle hadi.
Rıfkı: Bu düğmeyi bekliyoz.
Hatice: Düğmeyi mi?
Rıfkı: Evet. Mişel’le ben bu düğmenin sorumlusuyuz.
Hatice: Rıfkı?... Bu mu işin yani? Düğme bekçiliği.
Rıfkı: Öyle deme hayatım. Bu düğme çok önemli bi düğme.
Mişel: Mistır Rifki, Mistır Rifki. Piliis. Piliis.
Hatice: Vay başıma gelenler. Duyun dostlar duyun. Düğmeci bi kocam var benim.
Osman: Üüüüü, anne ben okula gitmicem artık.
Hatice: Sen tut kalk güzelim ülkeyi bırak, taaa Amerikalara gel. Ne için?
Osman: Arkadaşlarım dalga geçer benle. Üüüüü…
Rıfkı: Yaaa, abartmayın. Maaşı güzel, sigortası var, servisi var. Ne iş yaptığım önemli mi?
Osman: Okulda öğretmen sorunca ne diycem ben şimdi, baban ne iş yapıyo diye? Üüüüü…
Mişel: Piliiis, sakin olmak siz piliiiis.
Hatice: Sende pisleyip durma ikide bir be. Oyyyy oyyy. Bu da mı gelecekti başımıza. Düğmeci, düğmeci kocam var benim… Oyyyy, oyyyy.
Rıfkı: Hatice uzatma diyom sana.
Hatice: Şimdi toparlanıp, Türkiye’ye dönüyom ben. Osman’ı da alıyom.
Rıfkı: Saçmalama. Oturun oturduğunuz yere.
Hatice: Düğmeymiş. Annemler sorunca ne diycem ben şimdi? Kocam kırmızı bi düğmenin yanında işe başladı. İşi çok güzel. Çok çalışırsa yeşil bi fermuarın yanına vericekler.
Rıfkı: Ya dalga geçme, kızım bu düğme var ya…
Mişel: Mistır Rifki?
Rıfkı: Kızım bu düğme var ya çok önemli çok.
Hatice: Nesi önemliymiş Rıfkı nesi? Düğme bu ya. Bildiğin kırmızı bi düğme. Her tarafı önemli olsa ne olur? Düğme işte. Bak basıyorum (Düğmeye basar.) nooluyo ki? (Işıklar yanıp sönmeye, alarm ötmeye başlar) Bak bastım, bi daha, bi daha. Nooluyo Rıfkı nooluyo? (Işıklar kararır.)
--- BİTTİ ---