Cumhûriyet devri şâirlerinden. 1914'te İstanbul'da doğdu. Galatasaray'da başladığı ilk öğrenimini Ankara Gâzi İlkokulunda; Ortaöğrenimini ise Gâzi Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazıldı, fakat bir kaç yıl sonra bitirmeden ayrıldı. Ankara'ya giderek P.T.T. Umum Müdürlüğünde çalıştı. Askerliğini Gelibolu'da yaptıktan sonra, Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosuna memur oldu. Bakanlığın klâsikler serisine tek başına veya başkalarıyla yaptığı çevirileri (tercümeleri) bu yıllarda yayınlandı. Tercüme Bürosundan ayrılınca Yaprak Dergisini çıkardı. 1949'dan 1950'ye kadar 28 sayı çıktı. 1950'de İstanbul'da Cerrahpaşa Hastânesinde öldü, Rumeli Mezarlığına gömüldü. Son Yaprak adlı özel bir sayı, ölümü üzerine arkadaşları tarafından çıkarıldı.
Kişiliğini belli eden ilk şiirlerini, 1936'da Varlık Dergisinde yayınlamaya başladı. Çok kısa zamanda büyük bir ilgi gördü. Sağlığında kendisinden en çok bahsettiren şâir oldu. Şiirde bir takım kalıp ve klişelerden, şâirânelikten, benzetmelerden ayrılarak, kısa, basit şiirler yazdı; sâde bir halk dili kullandı. Gündelik sözlerle, zaman zaman yergi ve espriden faydalanarak, günlük hayâtın acılarını dile getirdi.
Orhan Veli, şiirde vezin ve kâfiyenin gereksiz olduğu görüşündedir. Ona göre şekil, şiirin kalıbı değil asıl kendisidir. Şiirde mısra ve parça güzelliği değil bütünlük gözetir. Şiirde anlam, düz ve dolaysız olmalıdır. Mecazlı anlamlara değer vermez.
Orhan Veli, şiirler ve nesirler yazmış, çeviriler de yapmıştır. Bu hususta daha çok sanat konularında makale ve denemeleriyle tanınır. Bunlar, ölümünden sonra Nesir Yazıları adlı bir kitapta toplanmıştır. Fransızca'dan çevirdiği on eserin en güzelleri manzum olanlardır: La Fontaine'in Masalları, Fransız Şiiri Antolojisi vb.
Orhan Veli'nin şöhreti şâirliğindedir. Şiirlerini, Garip (1941), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949) adlı küçük kitaplarda toplamıştır. Bu şiirlerin hepsi ölümünden sonra Bütün Şiirler (1951) adıyla yayınlanmıştır. Ayrıca güzel bir halk diliyle nazma çektiği Nasreddin Hoca Hikâyeleri vardır.
İstanbul Türküsü (şiirinden)
İstanbul'da Boğaziçinde bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde,
Urumeli Hisarına oturmuşum;
Oturmuşta bir türkü tutturmuşum:
"İstanbul'un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edâlım
Senin yüzünden bu hâlim."
Horoz ile İnci
(La Fontaine'den çevrilmiş şiiri)
Horozun biri bir gün inci bulur;
Alıp onu kuyumcuya doğrulur.
Kuyumcu ne istediğini sorar.
O da der ki: "Bu galiba mücevher;
Al da bunu bana biraz darı ver;
O benim daha çok işime yarar."
Bir câhile bir kitap mirâs kalır;
Câhil de hemen kitabı alır,
Yol üstündeki kitapçıya uğrar,
Der ki: "Bu kitabı vereyim sana,
Yerine sen üç beş kuruş ver bana;
O benim daha çok işime yarar."
Cırcır Böceği ile Karınca
Cırcır böceği çaldı saz
Bütün yaz,
Derken kış da geldi, çattı,
Seninkinde şafak attı.
Baktı ki yok hiç yiyecek
Ne bir sinek, ne bir böcek,
Kalktı, karıncaya gitti;
Yandı yakıldı âh etti.
Üç beş buğdaydan ne çıkar,
Gelecek mevsime kadar,
Bir kaç tâne borç istedi.
"İnayet buyurun" dedi.
"Yemin billah ederim,
Eylüle kalmaz öderim."
İşin kötüsü, karınca
Borca hiç alışmamıştı,
Bu ricaya çıkıştı;
"Ne yaptınız yaz boyunca?"
"Ne mi yaptım? Saz çaldım, saz!"
"Ya öyle mi? Demek ki siz
Yazı sazla geçirdiniz;
Şimdi de oynayın biraz."
La Martine'den de çeviriler yapmıştır. Şu manzume "Göl" şiirinden bir parçadır:
Ebedî gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sâhillere doğru sürüklenen biz.
Zaman adlı denizde bir an, bir lahza için
Demirleyemez miyiz?