Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa'da ortaya çıkan felsefî akım. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefî bakımdan temelleriyse bunlardan önce Nietzsche, Kierkegaard, ve Husserl gibi düşünürler tarafından atılmıştır. Varoluşçuluk dört temel düşünceyi savunur:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2) Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla "varlık"ın anlamının araştırılmasını da içerir.
3) Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu görüş her türlü gerekirciliğin karşıtıdır.
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü, öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir "dünyada var olma"dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.
Varoluşçuluğun etkileri yirminci yüzyılın ikinci yarısında çağdaş kültürün çeşitli alanlarında görüldü. Kierkegaard'ı izleyen Franz Kafka, Das Schools, Şato, Der Prozess, Dava adlı eserlerinde insanın varoluşunu bir türlü ulaşamadığı istikrarlı, güvenli ve parlak bir gerçeklik arayışı olarak betimledi. Çağdaş varoluşçuluğun özgün temaları, Sartre'ın oyunları ve romanlarında, Simone de Beauvoir'in yapıtlarında, Albert Camus'nün roman ve oyunlarında, özellikle de L'Homme revolte (Başkaldıran İnsan) adlı denemesinde işlendi.