Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:
- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu söze girmiş:
- Geçen Ramazan'da Kandilli'ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırmış:
- Yalan!..
- Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur'an-ı Kerim çarpsın
Osmanlı Fıkraları 2022-04-11
En Güzel Osmanlı Fıkraları Okuyun
Çok soğuk bir kış gününde padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına Baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış:
- Selamünaleyküm ey Pir'i fani...
- Aleykümselam ey Serdar'ı cihan...
Padişah sormuş:
- Altılarda ne yaptın?
- Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...
Padişah gene sormuş:
- Geceleri kalkmadın mı?
- Kalktık... Lakin, ellere yaradı...
Padişah gülmüş:
- Bir kaz göndersem yolar mısın?
- Hem de ciyaklatmadan...
Padişahla Baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah Baş vezire dönmüş:
- Ne konuştuğumuzu anladın mı?
- Hayır padişahım..."
Padişah sinirlenmiş:
- Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.
Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
- Ne konuştunuz siz padişahla...
Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş:
- Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.
Baş vezir, yüz altın vermiş.
- Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?
- Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.
Vezir kafasını kaşımış.
- Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?...
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
- Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da
kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.
Vezir bir soru daha sormuş...
- Geceleri kalkmadın mı ne demek?
Adam bir yüz altın daha almış.
- Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim...
Vezir gene kafasını sallamış.
- Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek...
Adam gülmüş.
- Onu da sen bul...
fıkraoku.com 2022-04-11
Sultan Aziz, bir gün sarayda hokkabaz oynatıyormuş, yanında da dönemin meşhur Ali Paşası varmış. Bir ara şaka yapmış:
- Paşa şu kavazeyi başına tak bakalım yakışır mı?
Padişah şakası bu! Kavaze dediği de Hokkabaz külahı...
Ali Paşa hemen "Ferman efendimizindir” dedikten sonra koynundan mührü hümayun'u çıkarmış, yani padişahın verdiği sadaret mührünü, başbakanlık mührünü...
Sultan Aziz;
- Ne oluyor? diye sormuş:
Ali Paşa cevabını vermiş:
- Devlet-i Aliye'nizin sadaret makamını işgal eden adam, bu rütbe üzerinde oldukça, başına hokkabaz kavazesi koyamaz!
- Aman paşa, sen de hiç şakaya gelmezsin!
fıkraoku.com 2022-04-11
Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfürbazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş.
Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş:
- Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin.
Adamcağız şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak;
- Şeyh efendi, biraz durur musun? Deyip pencereyi kapatır.
Şeyh efendi söyleneni yapar, ancak yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve;
- Şeyh efendi, birkaç dakika daha bekleseniz...
Şeyh içinden "lahavle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir:
- Gidebilirsiniz artık!..
Şeyh efendi merak eder ve sorar:
- İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin?
- Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu.
Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi;
- Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı!
fıkraoku.com 2022-04-11
Tamburi Arif Ağa Eski Evini Bulamamış! Fıkrası
Ramazan yaklaştığı halde bir hazırlık göremeyen Tamburi Arif Ağa, keremkâr bir adam olduğunu işittiği Veli Efendizâde'ye gidip bir gece eğlendirmek suretiyle Ramazan harçlığını temin etmeyi düşündü. Ramazan’dan bir akşam evvel Efendi’nin Beşiktaş’taki yalısına gitti.
Hoppa ve delişmen olmakla beraber zeki bir adam olan Veli Efendizâde, Arif Ağa’nın böyle Ramazan’dan bir gün evvel gelişindeki maksadı anladı. Kendisini huzura celbetti, güzel çaldığından bahisle taltif eyledi. Ertesi Ramazan günü Arif Ağa, evine dönmek için müsaade isteyince o gece de kalmasını rica etti. Adamcağız yiyeceksiz içeceksiz olan çoluk çocuğunun halini düşünerek endişeye düşmekle beraber bir taraftan da Efendi’nin müsaade vermemesinden ümide kapılarak teselli oldu. Fakat Arif Ağa’ya istediği izin bir türlü verilmediği gibi, yalı görevlilerine binanın dışına çıkarılmaması kesin olarak tembih edildi. Arif Ağa için çoluk çocuk endişesi dolayısıyla hiç istemese de, bu durumu kabul etmekten başka yol kalmamıştı. Nihayet bayram geldi. Daire halkıyla birlikte Efendi’nin huzuruna çıkıp, bayramlaştılar, artık izin istediği şeklindeki sözlerine kup kuru bir cevap aldı; "Peki, git."
Arif Ağa aşağıya indi. Biraz beklediği halde hiçbir hediye verilmeyince, kahyanın odasına gidip, bir şey emredip emretmeyeceğini sordu. Kahyadan bir karşılık alamadığını görünce bir kat daha üzüldü. "Bari siz birkaç kuruş verin de kayık ücreti ve çocuklar için şeker parası yapayım" diye ağalara müracaat ettiyse de onlardan da: "Efendi’nin emri olmadıkça biz bir şey veremeyiz" cevabını aldı. Nihayet yalvarıp yakararak ayvazdan ancak bir kayık parası alabildi. Yalının rıhtımından ağlaya ağlaya kayığa binerken son bir defa binaya baktı. Veli Efendizâde köşe penceresinin önünde oturarak kendisini seyretmekteydi. Son bir ümitle boynunu bükerek yardım ister bir tavırla yerlere kadar temenna etti. Efendi buna dilini çıkarmakla karşılık verdi.
Arif Ağa artık son haddini bulan üzüntüsünün tesiriyle ağzını açtı; "Hınzır deli, Allah belanı versin, beni bir aydan beri hapsettin, çoluk çocuğumu açlıktan öldürdün" diye ağız dolusu sövmeye başladı. Veli Efendizade hiç cevap vermiyor, sürekli dilini çıkarıyordu. İyice sinirlenen Arif Ağa, hıncını tamburdan aldı ve onu şiddetle taşa çalarak kırdı, pek kederli bir vaziyette kayığa binip semtinin yolunu tuttu.
Arif Ağa nihayet mahallesine ve sokağına gelmişti, fakat evini bulamıyordu. Çünkü evi yerinde yoktu. Acaba kederimden yanlış sokağa mı geldim diye düşündü, etrafa baktı, her şey yerli yerindeydi, tek fark evinin yerinde pek yeni, pek hoş bir yapının bulunmasıydı. Neredeyse şaşkınlıktan aklı başından gidecekti. Hemen mahalle bakkalına koştu; "Yahu bizim eve, çoluk çocuğa ne oldu?" diye sordu. Bakkal; "Sizin gittiğinizin ertesi günü bir ağa geldi. Civarda bir ev tutarak çoluk çocuğunuzu oraya götürdü. Ustalar, kalfalar, işçiler üşüşüp önce evinizi yıktılar, sonra da yenisini yaparak bayram gecesi çocuklarınızı yerleştirdiler" dedi.
Arif Ağa hemen evine koştu, kapıyı çaldı. Bütün ailesi kendisini bayramlık elbiselerle karşıladılar. Hep bir ağızdan ulaştıkları nimetin, ne olduğunu, kaynağını soruyorlardı. Arif Ağa sevinç göz yaşları arasında başından geçenleri anlattı. Sonra o bir defa daha yalıya gitti. Bu defa amacı teşekkür etmekti. Fakat onun bütün saygı ve minnettarlık dolu sözlerine Veli Efendizade yalnız dilini çıkarmakla cevap vermekteydi.
fıkraoku.com 2022-03-30
Osmanlı dönemini paşalarından birinin sadık bir adamı efendisi için çalışırken başını belaya sokar. Zaptiyeler onu yakalayıp kadı efendinin karşısına çıkarılar. Gidiş idama doğru. Zavallı:
- Ee nedir ne oluyor, diye sordukça;
- Hiç telaşlanma, derler.
- Paşa ne yapar eder seni kurtarır, derler.
Gariban ümitle bekleye dursun paşa hiç oralı değildir.
İhtimal adamı kurtarırken kadı ile bozuşmaktan korkmaktadır. Son celse yapılır ve karar idamdır. Zaptiyeler adamı iki kolundan tutmuş götürürlerken gariban kapıdan paşayı görür, son bir ümitle ona doğru hamle yapar. Neredeyse kurtar beni paşam diye haykıracaktır. Paşa bu ihtimalden korkarak, zaptiyelerin kolundaki garibanın yalvaran gözlerine bakarak yalnızca onun duyabileceği bir ses tonuyla
- Bir can için beni mahcup etme evladım, diye fısıldar.
Ömeroğlu 2022-03-11
Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye:
- Müslüman olduğunu niçin söylemedin? deyince:
- Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.
fıkraoku.com 2022-03-11