Eğitim Sitesi

Akarat-ı Mevkuf Nedir? Akarat-ı Mevkuf Hakkında Kısaca Bilgi

Güncel Osmanlı Türkçesi terimleri sözlüğümüzde Akarat-ı Mevkuf terimi ile ilgili, kısa açıklayıcı bilgiler aşağıda gösterilmektedir. Akarat-ı Mevkuf nedir? Akarat-ı Mevkuf ne demek? Akarat-ı Mevkuf hakkında kısa bilgi gibi içerik arayışınıza cevap olabilecek kısa bilgiler sayfamızda yer almaktadır.

Akarat-ı Mevkuf Terimi Hakkında Bilgiler

Osmanlı Türkçesi Terimi Olarak Akarat-ı Mevkuf:

Gerek aynî (yani eşya, arazi vb. mallar) gerek nakdî yollarla elde edilen paranın ve tasarrufunun, hayır işlerine sarf edilmek üzere bir vakfa bağışlanması için kullanılan genel tabirdi.


Benzer Osmanlı Türkçesi Terimleri

Akça Farkı: Sarraflık yapanların, muhtelif devletlerin paralarını veya bir devletin iki çeşit parasını bir diğeriyle değiştirmesi neticesinde ortaya çıkan farka verilen isimdi.

Akça Tahtası: Sarrafların, idari kalemlerin kisedarların ve resmi dairelerdeki veznedarların para saymak için kullandıkları tahtanın adıydı. Tahtanın ucu hariç, kenarlı düzdü. Uca doğru daralan oluk haline gelmekteydi. Sayılan paralar bu oluğa atılırdı. Bazı akça tahtalarında sayılmayan paralar için de bir kısım bulunmaktaydı.

Ak Deri: Eskiden kâğıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan derilere verilen isimdi. Koyun ve keçi derileri kurutulduktan sonra, ponza taşı ile düzleştirilip pürüzleri alınarak imal edilen bir deriydi. Papirüsten daha dayanıklı olduğu için daha elverişliydi. Uzun süre kalması istenilen kitaplar bu deriler üzerine yazılırdı. Ak deri, minyatür yapımında ve kitap ciltlemede de kullanılmaktaydı.

Akın: Keşif, tahrip veya yağma maksadıyla ecnebi memleketlerine yapılan askeri harekât hakkında kullanılırdı. Düşman memleketine yapılan bir akının "akın" ismini alabilmesi için, onun mutlaka akıncı beyinin idaresi altında olması lazımdı. Eğer akıncı beyi bizzat akına gitmez ve gönderdiği kuvvet yüz kişiden fazla olursa, bu yapılan akına "haramilik" denirdi. Giden kuvvet yüz kişiden az ise "çete" ismi verilirdi.

Akın, haramilik, çete ve buna benzer şekillerde elde edilen ganimet malı ile esirlerden "pençik resmi" adıyla bir vergi alınırdı. Bu vergi, ya beş esirde bir esir ya da onun bedelinin 1/5 i olan 25 akça idi. Vergi veya esiri hükümet adına almak için akıncı beylerinin yanında ilk zamanlarda "akıncı kadısı", sonraları ise "pençikbaşı" denilen tahsil memurları bulunurdu. Esir edilen çocukların 10 ile 17 yaş arasındakiler tercih edilerek alınırdı. Bu esirler arasından saraya girenlere ilk başta "pençikli" denirdi.

Pençikbaşı, hükümet hesabına alınan esirlerin bir defterini yaparak akıncı beyi ile birlikte mühürleyip bunları hükümet merkezine gönderirdi. Esirlerin, Hıristiyan isimleri, babaları, eşkalleri ve Müslüman adları deftere yazılırdı.

Osmanlıların, H. 11. asır, M. 17. asır sonuna kadar, hiçbir hükümetle hududu tam manasıyla tayin edilmemiş ve sınırlandırılmamış olduğundan, serhadlerde bulunan "eyalet askeri" ve "serhad kulu" denilen süvariler, sulh zamanlarında bile fırsat buldukça civar memleketlerin arazisine tecavüz ederek, rastladıkları köyleri, şehirleri yağma ederlerdi. Keşif eyleminde de bulunurlardı. Yalnız, Osmanlı akınlarının açık özelliklerinden birisi de, akından sonra akına uğrayan yerlerin mutlaka istilası ve fethedilmesi sonuçlanmasıydı.

Osmanlılar, düşman arazisine yaptıkları bu bilinçli akın hareketleriyle, o bölgenin durumunu iyice öğrenip tespit ettikten sonra, son akınlarla buraya yerleşme siyasetini iyi bir şekilde yürütmüşlerdi.

O zamanlar, Avrupa hükümetlerinin serhad reisleri de Osmanlı arazisine akınlar yaparlardı. Sulh zamanı meydana gelen bu gibi tecavüzler antlaşmalara aykırı sayılmazdı.

Akkâm: Sözlük manası çadır mehteri, yük kaldıran Arap hizmetkâr demek olan bu kelime terim olarak surre alayında vazife gören Hicazlı, Şamlı, Halepli adamlara verilen unvandı. Bunlar, Şaban'ın 15 inde ufacık davullarla Tahtakale'den kalkıp İstanbul'un her mahallesini dolaşan fakir Araplardan oluşan hac yolcularıydı. Dolaştıkları yerlerde davul çalarak dua ederler ve bazı evlerin önünde kılıç kalkan oyunu oynayıp sadaka toplarlardı. Şaban'ın 15 inde çıkarılması adet olan surre alayı önünde de bunlar dümbelek çalarak kılıç oynatarak giderlerdi. Halk dilinde bunlara "hakkâm" denirdi. Kese demek olan surre, hac zamanında Mekke ile Medine'ye gönderilen hediyeyi ifade etmekteydi. Haremeyn-i Şerif'e surre gönderilmesi Abbasiler zamanında başlamış, Osmanlıların son zamanlarına kadar devam etmiştir. Osmanlı'da ilk surre gönderen Çelebi Sultan Mehmed, bunu bir nizam haline koyan ise Yavuz Sultan Selim'dir.

Vapurun icadından önce, surre alayıyla Üsküdar'a geçilir, oradan kara yoluyla Şam'a sevkedilirdi. Karadan gönderildiği zamanlarda surre alayları Receb'in 12 inci günü hazırlanırdı. Şam'da ise Mahmel-i Şamî alayı denilen bir alayla, Şam'dan hazırlanan eşya ve hediye İstanbul'dan gelenlerle birleştirilerek surre emini, mahmel muhafızı, bir tabur asker ve iki dağ topu muhafazasıyla yola çıkarılırdı. Bu iki alay karadan Medine'ye oradan da Mekke'ye götürülürdü. Birçok yerden gelip Şam'da toplanan hacı adayları bu kafileye katılarak Hicaz'a giderdi.

Hacca gidecek olanların yakınları genelde onları bugünkü İstanbul'un Anadolu yakasına kadar uğurlardı. Ayrıldıkları yer, bugün İstanbul'da, Bağlarbaşı'ndan gelip Bağdat Caddesi'ne giden yolun, E'5 e doğru giden yol ile kesiştiği yerde, yani Acıbadem'de bulunan (ismi önemsiz) alış veriş merkezinin çaprazındadır. Buraya o zamanlarda "Ayrılık Çeşmesi" denmekteydi. Eğer İstanbul'da yaşayanlar varsa belki hiç farketmemiş olabilirler, fakat dikkatlice bakıldığında o çeşmeden geriye kalanlar hala görülebiliyor. Burada ayrılan hacı adayları, o yol itibarıyla Şam'a doğru gittikleri için, İstanbullular o yola bu yüzden Bağdat Caddesi demişler ve diyorlar.

Terimler Sözlüğü Ana Sayfa

Online Osmanlı Türkçesi Terimleri Sözlüğü