Diyalekt; bir dilin belirli bir bölgede konuşulan ve mahallî husûsiyetler taşıyan en küçük kolu olup, ağız da denmektedir. Diyalektle uğraşan ilim kolu ise diyalektoloji olarak adlandırılmaktadır. Diyalekt, belirli bir yere âit oluşundan dolayı sınırlıdır. Bu bakımdan en yakın mesâfede birbirine komşu birkaç diyalekt bulunabilir. Diyalekt, yâni ağızın, konuşulduğu bölgenin her yönüyle husûsiyetlerini taşıdığını, tâbi olduğu ana dile paralel bir gelişmenin yanında, az da olsa kendine has kelime türetmeye yönelerek, imkânlarını zorladığını bilmek gerekir.
Sınırlı olmasından dolayı, târih içinde yüzyıllarca dar bir mahalde konuşulan ağzın, mensup olduğu yazı dilinden ayrılıklar göstermesi pek tabiîdir. Çünkü yazı dili bir milletin kültürünün muhâfazası için gelişmiş, başka dillerle münâsebette bulunmuş, kendi kâideleri içinde yeni dil unsurları hâsıl etmiş, başka dillerden aldığı yabancı kelimeleri kânunlarına uydurmuş ve kendisine mensup ağızlarda hâkim olarak varlığını sürdürmüştür. Ağız ise, şâyet yazılı mahallî metinleri varsa mensûbu bulunduğu dille ayrıldıkları noktaları o ölçüde takib etmek mümkündür. Ağızdaki gelişme, hep sözde kalması sebebiyle yazı diline nisbetle daha hızlıdır. Bu yüzden bâzan bir ağız ile mensûbu bulunduğu kültür, yâni yazı dili arasında büyük ayrılıklar ortaya çıkabilir. Hattâ, bugün Rusya ve Türkî cumhûriyetlerde olduğu gibi, bu durum kasıtlı olarak kullanılır ve her bölgeye ayrı bir alfabe konulursa, bir milletin arasındaki anlaşma sınırlandırılmış ve kontrol altına alınmış olur. Ayrıca aradaki ufak farklardan hareket edilerek zamanla aynı dilin başka başka iki şekli ortaya çıkarılmış olur. Bu da bir milletin parçalanması için kâfi sebeptir.
Ağızın zamâna ve tekniğe tahammülü yoktur. Teknik, bir ağızın tesbitinde ne kadar fayda sağlarsa, girdiği bölgenin ağızını da derhal değiştirmeye yönelir. Bilhassa radyo, televizyon ve videonun girdiği yerlerdeki konuşma hemen değişikliğe uğrar ve kültür, yâni yazı dilinin bu vâsıtalarla ağıza tesiri bölge diyalektine hâkimiyet sağlar. Böylece ağız mensûbu bulunduğu yazı diline iltihak etmiş olur. Bunun yanında bölgenin dışarıyla temas eden insanlarıyla, dışarıya gitmeyen ve dar coğrafyasında hayat süren insanları arasında da ağız yönünden farklar görülür. Dışarı giden insanlar bölge ağızına, bölgeye yabancı dil unsurları getirdikleri gibi ağızlarını da muhâfaza etmezler. Aynı şey, okuma yazma bilen ve bilmeyen insanlar arasında da söz konusudur. Okumuş yazmış insanların ağızlarında yazı dilinin tesiri çok fazladır. Okuma yazma bilmeyen kişiler ise yalnız duyduklarıyla kalıp ağızlarını muhâfaza ederler. Şu hâlde ağızın tekniğe ve medeniyete tahammülü çok azdır.
Ağız, mensubu bulunduğu kültür dili ile aynı dile bağlı lehçe ve şîvelerde bâzı meselelerini aydınlatmada ipuçlarına sâhiptir. Ayrıca bir dilin târih içindeki gelişimi, diğer lehçe ve şîvelerle mukâyese imkânını da vermektedir. Bunun yanında yazı dilinin beslenmesi ve geliştirilmesinde diyalektlerin, yâni ağızların oynadığı rol çok büyüktür. Fakat şurası açıktır ki, Türkçenin diyalektleri henüz istenildiği gibi tesbit edilmiş olmadığı gibi, bu ağızların tesbiti için gerekli çalışmalar da yapılmış değildir. Hattâ yaşayan ağızlar için bir arşivden de mahrum bulunmaktayız. Batı ülkelerinde bu çalışmalar 100 seneyi aşkın bir süredir tesbit edilmeye çalışılmış, arşivler kurulmuş ve diyalektoloji ile ilgili olarak, dil atlasları bile yapılmıştır.
Almanya'da diyalekt çalışmaları 19. asırda başlamış olmasına rağmen, temeli bir hayli gerilere götürülebilir. Luther bile eserini meydana getirirken halk diline gitmeyi ihmâl etmemiştir. Bu ülkede asıl diyalekt çalışmaları J.Grimm ile başlamıştır. J.Grimm târihî dil araştırmalarıyla Alman diyalekt araştırmalarını sağlam bir yola sokmuştur. Fakat Almanya'da asıl diyalekt araştırmalarına romantizmin dayandığı millî ve târihî varlığa duyulan arzu sebeb olmuştur. Böylece millî düşüncenin temeli sayılan dil üzerine J. Grimm, F. Bopp ve W.V.Humbold çalışmalara başlamışlardır. Bavyeralı A. Schmeller (1785-1852) de bölgesinin ağızlarını gramer bakımından incelemiş ve diyalektoloji (ağız çalışmaları)nin kurucusu olmuştur. A. Schmeller ağızları fonetik ve morfolojik (ses ve yapı) bakımından dilin eski çağlarını aydınlatan bir vâsıta olarak kabul etmiştir. Bu bilginden sonra Almanya'da ağız incelemeleri ve araştırmalarının en önde gelen hedefi ağızların tasnifini yapmak olmuştur. Hattâ 1876 yılından sonra sesi esas alan gramerciler ortaya çıkmıştır. Bütün bu çalışmalar mahallî ağızların ses ve yapısı ile kelime servetini ve cümle yapısını ihtivâ eden tasvîrî gramerlerin yazılmasını sağlarken; ağızlara has fonograf arşivlerinin meydana getirilmesini ve neticede G.Venker'in gayretleri Alman Devleti Dil Atlası'nı yapmaya kadar götürmüştür.
Buna paralel olarak Fransa'da da diyalekt çalışmaları yapılmış ve Fransa Dil Atlası ortaya konmuştur. Fransa'da bu işi başlatanlar Tourtoulon ve Bringuier olmuş; J.Gilliéron ile öğrencisi E. Edmond da teşkilâtlandırmışlardır. Son iki bilgin işe başlarken Almanya'daki çalışma ve tecrübelerden faydalanmışlarsa da vâsıtasız bir metod tâkib etmişlerdir. Onlar Fransa'da 639 yer seçerek dil malzemesi derlediler. Ayrıca ağızlardaki kelime servetini toplamayı da ihmâl etmediler. Netîcede 1903 yılında Gilliéron ve Edmond Fransız Dil Atlası'nın elli ciltlik haritasını yayına muvaffak oldular. Eser milyondan fazla dil şeklini ihtivâ ediyor ve 1920 haritadan meydana geliyordu.
Türkçe için bu araştırmalar, devrine göre, bütün Türk lehçe ve şîvelerini içine alır mâhiyette; daha 11. asırda büyük Türk dilcisi ve Türkçe müdâfii Kaşgarlı Mahmud'la başlamıştır. Kaşgarlı'dan bu yana ele geçmemiş eserler hâriç, Türk diyalekti meşhur Türkolog W.Radloff'a kadar bu alandaki çalışmalar durmuştur. Kaşgarlı Mahmud'un yolundan giden Radloff bilhassa Türkiye dışı Türklerinin ağız malzemelerini toplayarak bu alanda Türkolojinin önde gelen hâdimi olmuştur. 10 cilt tutan Proben'i çeşitli Türk şîvelerine âit diyalekt malzemesini ihtivâ etmektedir. Proben'in 7. cildi Türkiye ağızlarına ayrılmış fakat bu toplamayı Macar Kunoş yapmıştır.
Dil Kurumu'nun kurulmasıyle halk ağzına açılış başlamış, bir yandan bu Kurum, diğer bir yandan da üniversitelerimiz olmak üzere diyalekt malzemeleri toplatılmış, hattâ bu malzemelerin bir kısmı incelenmiş, Türkiye ağızlarından toplanan kelime serveti Derleme Dergisi adı altında on iki ciltlik olarak neşredilmiştir. Fakat Türk dilinde uydurmacılık ile tasfiyeciliğin açtığı yara, yazı dilimizi bir hayli yozlaştırmış, ağızlardan gelen kelime serveti kültür dilimizin içinde yer alamamış, girenler de ekseriyetle yanlış olarak kullanılmıştır.
Anadolu ağızlarıyla ilgili ilk büyük derleme Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu'nun gayretleri ile ortaya çıkarılmış ve 8 cildin üstünde eser meydana getirilmiştir. Bundan başka çeşitli üniversitelerimizin mensupları araştırmalara katılmışlar, ağızlar üzerinde doktora tezleri hazırlanmış ve Prof. Dr. Zeynep Korkmaz gibi araştırmacılarımız bu çalışmaları günden güne ileri götürmüşlerdir. Ayrıca başta Prof. Dr. Sadettin Buluç'un başlattığı çalışma ile yapılan araştırmaların bibliyografyaları ilim erbâbına tanıtılmaya çalışılmıştır. Türkiye ağızlarının en derli toplu bibliyografyası geniş bir şekilde Prof. Dr. Tuncer Gülensoy tarafından Anadolu ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası adıyla ortaya konmuştur. Henüz Türkiye ağızları üzerinde bir dil atlasımız olmadığı gibi ağızlardan toplanan malzeme, uydurmacılık yüzünden yazı dilimize mâl edilememiş ve dilimizin zenginleşmesi gerçekleştirilememiştir.