Fes rengi ve lacivert zemin üzerinde sarı çizgiler olan bir çeşit pamuklu kumaşın adıdır. Anadolu'nun birçok taraflarında dokunurdu. En çok rağbet göreni Erzincan Alacası idi. Bu kumaştan, eskiden İstanbul'da kadınlar iç astarlı pantolon yaparlardı. Sonraları halayıklara bu kumaştan pantolon yapılır oldu. Bu kumaş en çok Anadolu'da kullanılırdı. Çok dayanıklıydı, erkelere mintan, kadınlara şalvar ve entari yapılırdı. Şam Alacası ipekle dokunduğundan, bu kumaş daha pahalı idi ve daha zengin kadınlar ve beyler tarafından kullanılmaktaydı.
Yeniçerilerin süvari kısmını teşkil eden ve "ebna-i sipahiyan" ismini alan altı bölükten dördüne ayrıca verilen isimdi. Bu dört bölük "ulûfeciyan-ı yemin (yeminli ulûfeciler), ulûfeciyan-ı yesar (varlıklı ulûfeciler), gureba-i yemin (yeminli gurbetler), gureba-i yesar (varlıklı gurbetler)" bölükleriydi. Bu dört bölüğün ilk iki bölüğü "orta", son iki bölüğü "aşağı" ismini taşırdı. Bu bölüklere, aynı manaya gelen "bölükât-ı erbaa" da denirdi.
Alaylarda padişahların bindikleri arabaya verilen addı. Buna "saltanat arabası" da denirdi. Avrupalılarca "Lando" adı verilen araba nevindendi. Muhteşem olan arabayı, ihtişamı bir kat daha arttıran atlar çekerdi. Seyisler de ihtişamlı, sırmalı giysiler giyerlerdi.
Eskiden miralay rütbesinde olan, vilayet merkezlerindeki jandarma kumandanlarına verilen unvandı. 1908'den sonra bu kullanım terk edilerek, yerine "alay kumandanı" kullanılmaya başlanmıştır. Bu tabir daha önceleri zeamet sahipleri için kullanılırdı.
Açıklamalarıyla 468 Osmanlı Türkçesi Terimi
İki anlama gelmekteydi. Birincisi, hükümdarların bir yere gidişinde, geçit merasimlerinde önden gidip yol açanlara verilen isimdi. Bunlara "divan çavuşu" da denirdi.
İkincisi ise, orduda emir ve kumandadan askeri haberdar edenlere verilen isimdi. Bunlar tellal gibi yüksek sesle bağırarak verilen emirleri duyururlardı.
Yüzbaşıdan büyük, binbaşıdan küçük, askeri kâtip sınıfından bir vazifenin unvanıydı. Alay kâtipliğinden terfi ederek tayin olunur ve alayın idari ve hesap işleriyle meşgul bulunurdu. Zabitler gibi resmi elbiseler giyerdi. Alay eminleri binbaşılığı da terfi olabilir, oradan da diğer zabitler gibi yükselmeye devam edebilirdi.
Başta miralay olmak üzere, alayı teşkil eden taburların binbaşılarıyla, alay müftüleri ve alay kâtipleri gibi yüksek rütbeliler hakkında kullanılan bir terimdi.
Eskiden geçit resmine verilen isimdi. Bu resmi geçitler önemli Avrupa sefirleri için de yapılırdı. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan alaylar pek gösterişli ve debdebeliydi. Vaktiyle, vezirler ve beylerbeyiler, kanunen götürmek mecburiyetinde oldukları beraberindekilerle harbe iştirak ettikleri zaman, ordugâha gelişleri sırasında ihtişamlarının derecesini anlatmak için alay gösterilirdi.
Alayın birinci taburunun imamına verilen unvandı. Teşrifatta, yani protokolde yüzbaşıya denk gelmekteydi.
Alay-ı hümayunlarda, seferlerde, hükümdar huzurunda yapılan resmi geçitlerde, hükümetçe tespit edilmiş olan diğer merasim ve alaylarda, vezirler, ulema (ilmi sınıf), devlet ricali, ocak erkânı ve diğer hizmetlilerin düzen, kıyafet ve teşrifatlarına dair kanuna verilen isimdi. (bu kanun hakkında tam bir bilgi yok, fakat normal protokol, yani hiyerarşiye uygun protokol ve bilinen alay kıyafet ve düzeni olduğu tahmin ediliyor)
Alayın yazı ve hesap işlerini gören zabite verilen unvandı. Tabur kâtipliğinden göreve başlayanlar, alay kâtipliğine ve alay eminliğine kadar yükselirdi.
Padişahın, gerek ordu alayını gerek diğer alayları seyretmek için yaptırılan köşk için kullanılan tabirdi. III. Murad zamanında yapılan köşk, Topkapı Sarayı'nın Soğukçeşme tarafındaki köşesindedir.
Alay işleri ve meseleleri hakkında gerekli kararları alıp uygulamaya koyma yetkisi olan meclisin adıydı. Bu meclis, miralayın reisliğinde, taburların binbaşılarıyla, alay müftüsü ve alay kâtibinden oluşmaktaydı.
Topkapı Sarayı'nda, "orta kapı" ile "babü's-saade" arasındaki sahaya alay meydanı denilmekteydi. Alay meydanın sağ tarafını "matbah-ı amire" kaplamaktadır. Cülus (tahta çıkış) törenleri de bu meydan da gerçekleştirilmekteydi.
Ayrıca, bir bayrağın veya büyük bir resmi binanın önünde resmi geçit yapmak için toplanılan hususi saha ve meydana da alay meydanı denilmekteydi.
Alay imamının üstündeki rütbede bulunan sarıklı zabite verilen unvandı. Teşrifatta binbaşıya denk gelmekteydi. Askerlere dini vazifeleri öğretmek için taburlarda "tabur imamı", alaylarda ile "alay imamı" denilen görevliler bulunmaktaydı. Bunlar alay müftüsüne bağlıydılar. Alay imamı terfi edince alay müftüsü olmaktaydı. Bu vazife, Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir.
Alay sancağı iki anlama gelmekteydi. Birincisi, bir alaya mahsus olan sancağa verilen isimdi. İkincisi ise, resmi günlerde gemileri donatmak için açılan rengârenk bayraklar hakkında kullanılan bir tabirdi.
Hükümdar ve ordu sefere giderken ve seferden dönerken, alayı uğurlamak ve karşılamak için saraydan Davut Paşa'ya kadar düzenlenen törenlere denilirdi.
Resmi sıfatı olan şahısların, bayramlarla resmi günlerde yapılan alaylara iştiraklerini ifade eden bir tabirdi. Eskiden alaylara atla iştirak edildiği için, alaya binmek tabiri de oradan kalmıştır.
Eskiden mektep mezunu olmayan, askerlikten yetişen zabitler hakkında kullanılan bir tabirdi. Mecazen, mektep görmeyip bir kalemde usta-çırak ilişkisiyle yetişen, iş öğrenen memurlar hakkında kullanılırdı. Alaylı kelimesi ayrıca gösterişli, saltanatlı, debdebeli manalarını da ifade etmekteydi.
Sancak ve bayrak için kullanılan genel bir tabirdi. Kamus-ı Türkî'de alem şöyle açıklanıyor: yollara konulan mil ve minare gibi nişanlara; uzun ala dağa; kumaşta olan damgaya; sancak ve bayrağa; bir kavmin ve cemiyetin seyyit ve ulûsuna denir.
Osmanlılarda beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı olmak üzere çeşitli renklerde bayraklar yapılmış ve kullanılmıştır. İlk Osmanlı bayrağı beyaz renkti. Bu da, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad tarafından Ertuğrul Gazi'ye gönderilen alemin beyaz renkte olmasından ileri gelmiştir. Bu ak sancak, Osman Gazi ve Orhan Gazi zamanlarında kırmızı harp sancağı çekilmesine başlanılmakla beraber, Yavuz Sultan Selim zamanına kadar kullanılmıştır. Kahire'nin zaptından sonra Yavuz'un otağının kapısına biri beyaz biri kırmızı iki bayrak dikildiği bilinmektedir. Yeşil bayrağın ise ilk defa, Fatih Sultan Mehmed devrinde, padişahın maiyetine dahil olan geminin arkasına bağlanmak üzere ortaya çıktığı zannedilmektedir.
Osmanlı bayraklarına hilâl konulması Orhan Gazi devrinde kabul edilmiştir. Üç hilâl ise, ilk kez Fatih'in sikkelerine, ardından yeşil zemin üzerine beyaz olmak üzere bayraklara konulmuştur.
Ay ve yıldızın III. Selim zamanında bayraklara konulduğu kuvvetli bir ihtimal olarak kabul edilmektedir. Cevdet Paşa'nın anlattığına göre, ilk defa orduda Levent Çifliği'nde tesis edilen "nizam-ı cedid" bölüklerine bizzat padişahın irade ve fermanıyla bayraklara ay ve yıldız konulmuştur.
Yeniçeri ocağının muhtelif bayrakları bulunmaktaydı. Yeniçeri ocağı sancağı, yarısı yeşil yarısı kırmızı renkte olup kenarları sarı sırma ile çevrili ve ortasında yine sırma ile yapılmış bir Zülfikâr bulunmaktaydı.
Her yeniçeri ortasının(tabur, bölük) da bir orta bayrağı vardı. Bunlar küçük kırmızı bayraklardı.
Topçu ocağı sancağı, kırmızı zemin üzerine ortasında beyaz ile işlenmiş bir top ve bunun arkasında ve ağız tarafında üç adet gülle işlenmiş bulunmaktaydı. Kenarları sarı sırmalıydı.
Humbaracı (kumbaracı) ocağının sancağı ise kırmızı zemin üzerine kenarları işlenmiş ve ortasında sadece bir humbara (havan topu) resmi bulunmaktaydı.
Silahdar bölüğünün bayrağı sarı renkliydi. Ortasında beyaz sırma ile işlenmiş iki hilal bulunmaktaydı.
Sipahi bölüğünün bayrağı kırmızı olup ortasında iki hilal bulunmaktaydı.
Bölükât-ı erbaanın bayrağı yeşil ve beyaz, bazı zamanlarda kırmızı ve beyaz renklerindeydi.
Kapıkulu süvarilerinin mızraklarında yarısı kırmızı yarısı yeşil ve üç tarafı yırtmaçlı küçük bayraklar bulunmaktaydı.
Eyalet askerlerinin bayrakları yarısı kırmızı yarısı yeşil renkteydi. Bunların içindeki "gönüllü" adı verilen grubun bayrağı ise yarısı kırmızı yarısı sarı renkteydi.
Topraklı Süvari denilen timarlı sipahilerin bayrağının rengi yarısı kırmızı yarısı yeşildi. Ortasında sarı sırma ile işlenmiş bir Zülfikâr ve üstünde ikisi yeşil ikisi kırmızı dört hilâl bulunmaktaydı.
Yeniçeriler tarafından kullanılan, her iki ucu birer ejder başı ile sonlanan çember ile sarılı armut biçiminde alemler de vardı. Bunlar yalnız sancak alemi olarak kullanılmaktaydı.
Üzerine yazılar işlenmiş, nakışlar yapılmış çok kıymetli sancak ve bayraklar da vardı. Bunlar kesin olarak nerde kullanıldığı bilinmemekle birlikte birçok yerde kullanıldığı tahmin edilmektedir. Özellikle seferlerde bu tip bayrak ve sancakların kullanıldığı biliniyor.
Diğer Osmanlı Türkçesi Terimleri
Terimler Sözlüğü Ana Sayfa
Açıklamalı Osmanlı Türkçesi Terimleri Sözlüğü