Eğitim Sitesi

Online Osmanlı Türkçesi Terimleri Sözlüğü

Abkeş Tekkelerde su çekenlere verilen addır. Farsça su manasına gelen "ab" ile yine Farsça çekmek manasına gelen "keşiden" fiilinin geniş zaman kökü olan "keş" ile birleşerek oluşan bir terimdir.

Büyük tekkelerde yalnızca bu işlerle meşgul olan adamlar bulunmaktaydı. Vaktiyle hayır için yapılan sebilhanelerden bazılarının içinde birer kuyu da kazılır ve bu kuyudan su çekerek sebilhane bardaklarını doldurmakla yükümlü bir görevli bulunurdu. Bu görevliye de "abkeş" denilirdi. Bu vazifeye konulan kimseler için, vazife tahsis edildiğine dair Evkaf Nezareti'nin defterlerinde kayıtlar tutulurdu.

Abrizci Mevlevi tekkelerinde abdesthane temizleyicilerine verilen isimdi. Bunlara "ken-nas" da denirdi. Farsça su anlamına gelen "ab" ile yine Farsça dökmek anlamına gelen "rihten" fiilinin geniş zaman kökü olan "riz" in birleşmesiyle oluşan bir terimdir.

Acem Çapkınları Kiralık atlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Arabaların genel olarak kullanılmaya başlanmasına ve tramvayların inşasına kadar halk şehir dahilinde, bir yerden bir yere gitmek için sokak ve meydanlarda duran bu atları kiralar ve onlarla gelip giderlerdi. Kiralık atların sürücüleri daha ziyade Acem olduğu için bu ismi almıştı. Müşteri ata biner, sürücü elinde kamçı, arkasında koşardı.

Çapkın, haşarı, sürtük, rezilden başka, yörük, koşucu manalarını da ifade eder. Açık yürüyüşü olan at için de kullanılırdı. Eskiler bunu "çapkun" şeklinde yazarlardı.

Acem Kösteği Eski yazmalarda, kitap dikildikten sonra cilde, dibinden ve iç tarafından, bir kısmı kitaba bir kısmı da cilde gelmek üzere yapıştırılan ince tıraş edilmiş meşine verilen isimdir. Bu şekilde yapılan ciltler gayet sağlam olmaktaydı.

Acemi Ağa Sarayın harem dairesi hizmetinde kullanılan zenci (genellikle Arap) haremağalarından bir kısmına verilen unvandı.

Saraya alınan haremağalarına ilk önce "en aşağı" adı verilirdi. Bunların bir müddet sonra mertebeleri terfi edilir, kendilerine "acemi ağa" denilirdi. En aşağılar, yüksek mertebeli diğer ağalar gibi, kendilerinden bir derece yüksek olan acemi ağalara da hizmet ederlerdi. En aşağılar daima kapı nöbeti bekledikleri halde, acemi ağalar sıraları geldikçe nöbet tutarlardı. Acemi ağalar vakti geldikçe ve layıklık gösterdikçe terfi eder, şansı yaver gidenler derece derece yükselerek "darüssaâde ağalığı" na kadar çıkarlardı.

Açıklamalarıyla 468 Osmanlı Türkçesi Terimi

Acemi Oğlanı Acemi ocağına yeni alınmış, henüz eğitim görmekte ve yetişmekte olan genç yeniçeri adayı.

Acemi Oğlanı Kethûdası Acemi oğlanları işine bakan Anadolu ve Rumeli Ağaları'nın hizmetindeki adamlara verilen isimdir. Toplanan acemi oğlanlarını satın alanlardan yoklama akçesini tahsil etmek ve kaçanları tutmak vazifeleriyle yükümlüydü. Acemi oğlanlarını satın almış olanlardan "yoklama akçesi" adıyla 80'er akçe alınırdı. Bu paralar alınırken aynı zamanda acemi oğlanlarının yoklaması da yapılırdı. Bu vazifeyi yapmak üzere Anadolu ve Rumeli'ye 2'şer kethûda gönderilirdi.

Anadolu ve Rumeli Ağaları'nın İstanbul'da başka kethûdaları da bulunurdu. Bunların da görevleri, Türklere satılan acemi oğlanlarından kaçanları yakalamaktı. Onun için kol dolaşırlardı. Yakalanan acemi oğlanları tekrar satılırdı.

Acemi Oğlanlar Yeniçeri ocağında istihdam edilmek üzere esirlerden veya devşirme usulüyle Hıristiyanlardan toplanan çocuklara verilen addı. Acemi ve oğlan kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bu terimin sözlük anlamı "işe alışkın olmayan" demektir. Kamus-ı Türkî'de oğlan kelimesi şöyle açıklanmıştır: Erkek çocuk, uşak, gulam; henüz tüyü bitmemiş genç erkek, delikanlı.

Acemi oğlanlarından güzellikleri ve zekâlarıyla dikkatleri üstlerine çekenlerin Yıldırım Bâyezid zamanında "iç oğlanı" sıfatıyla yeni teşekkül etmeye başlayan saray teşkilatı içine alınmaya başlanmasından bahseden Hammer, bunu neye dayanarak söylediğinden pek bahsetmez.

Acemi oğlanları, Arnavut, Boşnak, Rum, Bulgar ve Ermeni milletlerinden devşirildiği gibi, alınan memleketler de bunların sakin(yerleşik, oturmuş) bulunduğu yerlerdi. İstanbul civarındaki köylerden acemi oğlanı alınmayan yerler Kartal ve Kadıköy'dü. Kartal halkı Istabl-ı Âmire'ye (Merkez Ahır, Sultan'ın ataların bulunduğu ahır) ait Üsküdar çayırlarına bakarlar, biçerler, atlara yedirirler, Bursa ve diğer yerlerden gelen hayvanları muhafaza ederler, gerektikçe kılavuz vazifesini de görürlerdi. Bu sebeple onlar acemi oğlanı vermekten muaf bulunurlardı.

Acemi oğlanları, devşirildikten sonra Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli yerlerine gönderirler. Buralarda Müslüman ailelerin yanlarına verilirlerdi. Acemi oğlanları bulundukları yerlerde yedi sekiz sene hizmette bulunduktan sonra İstanbul'a getirilirler, mensup oldukları yerlere göre, Anadolu veya Rumeli Ağası'nın tezkiresiyle (alındığına dair belge) birer akça ulûfe ile yazılırlardı. Ulûfeye yazılanlar artık yeniçeri ocağına mal edilmiş olurdu. Ulûfeye yazılamayanlar ise yine saray teşkilatının başka alanlarında göreve getirilirdi, yeniçeri ocağına bağlı olmazlardı.

Acemi oğlanları tamamen Hıristiyan idi. Fakat, Bosna halkı Müslüman olduğu halde, onlardan devşirme usulüyle acemi oğlanı alınırdı. Bu da kendi istekleriyle meydana gelirdi. Bosna ve Hersek halkına bu imtiyazı veren Fatih Sultan Mehmet'ti.

Acemi oğlanı, kırk evde bir hesabıyla devşirilirdi. Alınan oğlanların yaşları, bazı kayıtlara göre, 14-18, bazılarına göre ise 15-20 arasındaydı.

Acemi oğlanlarını çiftçiler de satın alabilirlerdi. Çifti çubuğu olmayan acemi oğlanı alamazdı.

Yeniçeri ocağının 1826 yılında kapatılmasının ardından, acemi oğlanları da tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Acemilik Sarayın bir kısım yüksek memuriyetlerine tayin olunanlara, levazım bedeli olarak, verilen para hakkında kullanılan tabirdi. Bugün de, mesleklerinin icap ettirdiği eşya ve levazımın sağlanması için, yeni subaylara, bahriyelilere ve bir kısım memurlara "teçhizat bedeli" adıyla verilen para "acemilik" in devamı olarak sayılabilir.

Açık Gemiler ve Açıklar Ağası Tuna'da işleyen gemilere verilen isimdi. Bu gemilerin işlerine bakan memura "açıklar ağası" denilirdi. Bu gemilere neden açık gemiler denildiği tam olarak bilinmese de, Tuna üzerinden başka yerlere gittiklerinden ve uzaklarda çalıştıklarından dolayı böyle söylendiği tahmin edilmektedir.

Adalet Emiri Ahaliye zulüm edilmemesi hakkında sadrazam tarafından valilere yazılan emirlere verilen isimdi. "Adalet emiri ısdar olunmuştur" demek, sadrazam tarafından emir verilmiştir demekti.

Adaletname Padişahların toplumsal düzeni sağlamak için yayınladıkları emir.

Âdet-i Ağnam Koyun ve keçiden alınan vergiye verilen isimdi. Her sene, ağnam müdürü olan kişi tarafından "sayıcılar" ve memurlar belirlenen bölgelere gönderilirlerdi. Bunlara görevleriyle ilgili buyruldular da verilirdi. Bu sayıcılara daha sonraları "kabzımal" denmişti. Bunlar görevli oldukları bölgelerdeki koyun ve keçiyi sayarlar ve bunu göre âdet-i ağnam alırlardı. Alınan ağnamın bir kısmı, masraflarına karşılık olmak üzere, "başkalık" adıyla, nazırlarla kabzımallara kalırdı.

Âdet-i ağnam vergisi, koyun ve keçi için birer akçeden ibaretti. Bu vergi önceleri tayin edilene memurlar aracılığıyla sayılıp toplanırken, sonraları "âşar" gibi bu da iltizam olunmaya başlanmış ve açık arttırma (müzayede) ile bu görevi alan mültezimlerin adamları vasıtasıyla sayılarak toplanmıştır.

Tanzimat'tan sonra, iltizam usulü bırakılmış ve bu verginin tekrar sayım memurları vasıtasıyla toplanması şekline dönülmüştür.

Adlî Altın Sultan II. Mahmut zamanında basılan altın paralardan birinin ismiydi. II. Mahmut'un mahlâsı (lakabı) "adlî" olduğu için, bu paraya da o isim verilmişti. Tam, nısıf (yarım) ve rubu (1/4, çeyrek) olmak üzere üç çeşitti. Tamamı on iki, yarısı altı kuruşa, çeyreği de yüz paraya denk geliyordu. Paraların bir tarafında tuğra, öbür tarafında da "Duribe fî Dar-ül- Hilâfet -il- Aliyye" yazısı vardı. Yazılarının azlığı dolayısıyla bir süre sonra adalarda kalıplarının yapıldığı görüldüğünden, tuğranın etrafına "Sultan-ı Selâtin-i zaman Mahmut Han", öbür tarafına da, ortasında "Duribe fi Kostantiniyye-t-ül- Mahruse" olmak üzere etrafına "Dâm-ı mülkühu ve saltanaühu" ibareleri yazılmak koşuluyla yenileri basılmıştır. Bu para H. 1245 senesinde tedavülden kaldırılmıştır.

Ağa Eskiden yüksek mevki sahipleri hakkında kullanılan bir tabirdi. Bilhassa Tanzimat'tan önceki terminolojide "ağalık" oldukça önemliydi. Yeniçeri ocağı zabitlerine genellikle ağa denilirdi. Sonraları, ağa kelimesi, okuması yazması olmayan kişiler için kullanılmaya başlandı. Yakın zamanda da, ağa, bir yandan ululuk, fazilet sahipliği gibi kelimeleri ifade ederken bir yandan da sertlik, çalım, böbürlenme gibi kelimeler karşılığında kullanılmaya başlandı. Ağa, terim olarak, Osmanlı saray, devlet, ordu ve taşra gibi teşkilatlarında sürekli olarak kullanıldı. Bunlara yeri geldikçe değinilecektir.

Ağa Bölüğü Yeniçeri ocağında önemli bir yere sahip olan "İstanbul Ağası"nın odasına verilen addı. Acemi oğlanları için Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan odaların otuz birincisi İstanbul Ağası'nın odasıydı. Ağa bölüğü, önceleri bir bölükken sonraları acemi oğlanları çoğalınca bir bölük 9 bölüğe çıkarılmıştı.

Ağa Çırağı Kanun hükümlerine aykırı olarak, yeniçeri ağaları tarafından, Türklerden ocağa yazdırılanlar hakkında kullanılan bir tabirdi.

Ocak nizamları bozulmadan önce, ocağa devşirme suretiyle Hıristiyanların asil ve temiz ailelerinin çocukları alınır, Türkçeyi ve İslam dinini öğrenmek üzere Türklere satılarak yedi sekiz sene sonra aralarından layık olanlar ulufe ile yeniçeri ocağına kaydedilirdi. Ocak nizamları bozulduktan sonra yeniçeri ağaları, temiz ailelere mensup olup olmadıklarını araştırmadan, anlaşma yoluyla ya da rüşvetle Hıristiyan çocuklarını acemi oğlan olarak kaydetmeye başladıkları gibi, Türk ve Müslüman gençlerini de, ana ve babalarının adlarını birer Hıristiyan adı gibi göstermek suretiyle acemi ocağına yazdırmaya başladılar. Daha sonraları iyice bozulan yeniçeri ocağında, ocağın ihtiyar yeniçerileri de kendi evlatlarını ocağa kaydettirmeye başladıkları zaman, bu şekilde kayıt olanlara da ağa çırağı denilmeye başlandı.

Ağa Divanı Yeniçeri ağasının reisliği altında toplanan meclisin adı idi. Bu meclise ocak büyükleri katılır ve burada ocakla ilgili işler görüşülürdü.

Ağa Gediklileri Yeniçeri ağasının yaverlik, haberleşme zabiti gibi hizmetlerini gören, etrafında bulunan kişilere verilen isimdi. Bunlar diğer yeniçerilerden ayrılmak için bellerine "seraser" kumaştan kuşak sararlardı. İçlerinden terfi edenler bölük başı olurlardı.

Ağa Kapısı Yeniçeri ağalarının bulunduğu resmi daireye verilen addı. Kapı, eskiden "resmi daire" demek olduğu için "ağa kapısı" ağa dairesi demekti. Ağa kapısı, Osmanlı saltanatının sona ermesine kadar, meşihat dairesi yani şeyhülislamlar kapısı olarak bilinen, Süleymaniye'deki binadaydı. Yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine burası kısa bir müddet serasker dairesi oldu. Sonra serasker dairesi şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin yerinde bulunan eski saraya nakledilere burası tekrar meşihat dairesi haline getirildi.

Diğer Osmanlı Türkçesi Terimleri

[1]2 3 4 5 ... Son Sayfa

Terimler Sözlüğü Ana Sayfa

Açıklamalı Osmanlı Türkçesi Terimleri Sözlüğü